30 Ara 2011

Yeni Bir Yıl Benim İçin Yeni Bir Hayat

Eskiden yılbaşı yaklaştığı zaman içim içime sığmaz, taşardım. Yakınlara minik hediyeler almak için koşturur, çok önceden ince hesaplar ile kime ne alacağımı tespit eder ve özel özel paketlerdim o hediyeleri. Yıllar geçti yılbaşı da anlamını yitirdi. Aslında yitirdi denemez. Hala severim kutlamaları. Kutlamaya sebep olacak her türlü okazyona kapım açıktır ve fakat artık anlamı değişti yılbaşı gecesinin. Evden başka bir yerde olmayı pek istemiyorum artık. 5 liraya sattıkları şeye o geceye özel 55 lira ödemek istemiyorum. Saçma geliyor. İstanbul'un trafiğinde kaybolmak istemiyorum yılbaşı gecesi. Yine İstanbul mekanlarındaki sarhoşlarla uğraşmak, üstüme votka-bira yağmasını da istemiyorum. Artık hediye de almıyorum. O da saçma geliyor. Yeni yıl geliyor diye neden deli gibi alışveriş yapalım ki? Sadece etrafımdaki küçük insanlara hediye alıyorum, o kadar. Onlar sevinsinler, o günün biraz daha özel bir gün olduğunu, umutların hala ayakta durduğunu bilsinler, yüreklerine öyle yerleşsin istiyorum çünkü....Büyükler de artık doğum günlerini beklesinler cicim :)
Ve fakat yeni yılı da evimde tüm neşesi ile karşılamayı da ihmal etmiyorum tabii ki. Dostlar ile şenlenen masamızda misler gibi yemeklerimiz olacak, tombala oynanacak, tabuda kızlar erkeklere karşı savaşacak ve pek tabii ki 12 geldiğindee 10'dan geriye sayılacak ve yeni yıl kocamın dudaklarında karşılanacak :)

Bu yıl (neredeyse) 32 yıllık hayatımın en farklı yılbaşı gecesini yaşayacağım. İçimde minnak bir kız çocuğu ile giriyorum yeni yıla. Minik minik kıpırtılarını hissediyorum. Her biten yılın bütün tatsızlıkları da beraberinde götürdüğüne hep inandım ben. Hala da inanırım. İnanmaktır her şeyin başlangıcı çünkü...
Yeni yıl, adı üstünde yepyeni bir yıl. Sanki yıllık detoks gibi... Gece12'yi vurdumu bütün pisliklerimizden arınıp, eski kabuklarımızı çıkartıp 2012 kostümlerimizi giyeceğiz, ruhumuz  yenilenecek. Biz yenileneceğiz. Ben buna inanıyorum. Hep yeni gelen yılın güzellikler getirmesini diledim herkes için. Herkesin kendi için en doğru "güzelliği" neyse o gerçekleşsin istedim.

Ben bu yılı anne adayı olarak kapatıp 2012'de ANNE sıfatını ekleyeceğim  bu hayattaki tanımlarımın yanına. Dolayısı ile bu sene yeni yıl benim için yepyeni bir hayat demek. Heyecanla, mutlulukla, coşkuyla ama en önemlisi yüreklerimizdeki sevgiyle girelim yeni yıla ve katlana katlana büyüsün hayatlarımızdaki güzellikler.

                                               En tatlı yılınız olsun canlar - cinler!!


23 Ara 2011

Bu Havada Çalışılır mı ??

Cevap veriyorum: çalışmamalı. Tüm çalışanlar izinli sayılmalı. Herkese battaniye-çay-kitap izni verilmeli ve bu da resmi makamlarca onaylanmalı. Bugünkü talebim budur arkadaşım.
Çok ileri gittin, o kadar da değil, yok artık! diyorsanız o zaman bu özel izin sadece gebeşler için olsun. ahaha valla da olsun, billa da olsun. Hemen kabul ederim. Azıcık ayrımcılık yapsınlar. Hani seçim öncesi her yerlere yazıyorlardı ya pozitif ayrımcılığa evet diye... Görelim o pozitif ayrımcılığı. Beni bu havalarda eve gönderin. Özel izin verin gebeşlere. Hadi o da olmadı bari öğleden sonra çalışmayalım. Bak ona bile razıyım. Evimde cam kenarında süs bitkisi gibi takılmak istiyorum böyle havalarda. Evimin tadını çıkarmak, mis kokusunu içime çekmek, sıcacık ev patiklerimi giymek, kestane yiyip, dizi seyretmek istiyorum. Çok mu??

16 Ara 2011

Burada Engellendim

"Engellilerin hayatlarını kısıtlayan mimari engellere son vermek hepimizin elinde. Biz bu engelleri resimleyerek duyuracak platformu hazırladık. Artık görev sizlerde. Çalışsın fotoğraf makineleri ve telefon kameraları, yükleyin siteye bir engel ortadan kalksın!" Diye anlatıyor Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği platformun kuruluş amacını. Hadi sizler de destek olun.  Ciddi bir kamuoyu yaratalım. Engelleri birlikte kaldıralım...
                                   http://www.buradaengellendim.com
 

8 Ara 2011

SÖY-LÜ-YO-RUM

Dün "hayatımın en heyecanlı günlerinden birini yaşayacağım" demiştim ya hani . En güzel, en coşkulu, en tatlı günlerinden biri olarak tarihte yerini aldı.

Durum şudur ki sevgili blog dün ekranda gördüğümüz manzaradan anlaşıldı ki bu NzN bir kız çocuğu yutmuş. Bugün itibariyle 4 aylık olan kız çocuğunun boyu 14cm'e, kilosu da 150gr'a ulaşmış. Bildiğin bir porsiyon et taşıyorum göbekte  :))

Son zamanlardaki sessizliğim, blogu boşlamam hep bundandı. Zira ilk aylarım zorlu geçti.Gözümü açamadım ki oturup da yazayım.  Pek sevgili bebem sağolsun anasını hiçbir hamilelik sıkıntısından eksik bırakmamak için yemin etmiş. Mide bulantısı, uyku hali , gaz sorunu, mide yanması ve yorgunluk ile geçen ayların ardından son 2 haftadır tekrar eski ben oldum. Tek fazlam önde giden göbeğim ve nefes darlığım. 10 basamak çıkınca öyle bir nefes nefese kalıyorum ki sanırsın 8 odalı evin camlarını silmişim. Onun dışında sıkıntım falan kalmadı. Dün akşam da minnak bir kız çocuğunun geleceğini öğreninceeee artık yazmadan olmaz dedim ve işte yazdım bile! Kız anası oluyorum hey ahali!!
Gerçi nasıl olduysa başka başka heyecanlarım var dememden anlayan ve bana mail atanlar oldu. Onlar bazılarınızdan önce öğrenmiş oldu. Kızma yahuuu sen de mail ataydın sana da derdim :)

İşte benim dün bahsettiğim bomba haberim budur canlar-cinler.

Hadi hepinizi öpeerr ve köprü yollarını tutarım ben.

Dur bi daha öpücem:))

7 Ara 2011

Bugün Pek bi Heyecanlıyım Sevgili Blog. Bomba Gibi Haber Vereceğim Yarın Sana

Dün twitter'da  "yarın hayatımdaki en güzel haberlerden birini alacağım, hissediyorum" dedim.

Evet bugün içimde bambaşka bir heyecan var. Heyecanım tatlı tatlı sonuçlanırsa eğer yarın sana bomba gibi bir haberim var demektir, hazır ol!


24 Kas 2011

Bedelli Askerlik Tartışması- Devam

Bedelli askerlik herkes için bir haktır ve herkes için geçerliliği olmalıdır demiştim şurada. Sonra açıklama geldi. Ağzım açık kaldı. Ayrımcılığın bu kadar ortada olduğu, insanların yüreklerini bu kadar kanırtan bir karar beklemiyordum açıkçası.
Bu duruma göre parası olan ve yaşı tutan tezkeresini satın alabilecek. Parası olmayan da "yaylalar, yaylalar" ın arasına küfürü yerleştirecek. Biz ailece bu durumdan faydalanabilecek olanlardanız. Kredi vs ile de olsa bu hakkı kullanacağız. Kullanabileceğiz.
Hal böyle olmasına rağmen içimiz buruk ve kararın açıklandığı günden beri de küfredip duruyoruz. Bu kadar haksızlık nasıl olur da bu derece rahat bir şekilde, göğüs gere gere ortaya konur ki? Hani parası olmayanlar, bunu karşılayamayacak durumda olanlar için de bir çözüm önerisi getirilecekti?? Bırak parası olmayanı standart bir maaşla çalışan orta gelirliyi bile zorlayan bir paket ile çıktınız karşımıza. Yazıktır! Ayıptır! Ayrımcılıktır! Çok büyük HAKSIZLIKTIR!! Ülkenin durumu ortada. Kaç kişi bu bedeli ödeyebilir? Ödeyemeyecek olanlara ne olacak? Birbirimize mi düşürmek niyetindesiniz bizi? Zengini fakire kırdırmak da ne ola ki? Fakire sahip çıkman, kol-kanat germen gerekirken be kadar ötekileştirmenin altında yatan hayvani duygular neler olabilir ki? Koskoca bir ülkeyi yönetirken insanlar arasında bu kadar ayrım yapabilme hakkını nereden buluyorsun bana bir açıklamayı dener misin? Aslında denesen de fayda etmez. Zira benim ne gönlüm ne de beynim algılayamaz bunu. Kabullenemez...


21 Kas 2011

Bedelli Askerlik Tartışması

Yarın açıklanacağı söyleniyor. Ben karşı çıkanlardan değilim. Tam tersi yaş sınırı falan olmadan ve olabilecek en ucuz şekli ile hemen ve herkes için çıkıversin isteyenlerdenim. Vatan haini değilim. Vatan dediğinin Maria, Michael ya da Najwa'nın vatanından daha değerli olduğuna da inanmam bu hayatta. Kimsenin kimseden değerli ya da değersiz olduğunu da kabul etmem! Kendi kocam da eğer ki bu iş onaylanırsa gidecek olanlardan diye de savunmuyorum bedelli askerlik olayını. Oldum olası askeri bir insan olamadım. Toptan karşıyım mecburi askerlik olayına.
Geçenlerde facebook sayfama bedelli askerlik ile ilgili bir haber koydum da  altına gelen yorumlardan sonra hemencecik sildim. Zira her an vatan haini ilan edilebilirdim. Aslında sadece 2 kişiden gelen yorumlardı bunlar ama yine de canımı sıktı. Farklı görüşlere tahammülümüz yok bir kere daha bunu görmüş oldum. İşin en acı kısmı da bu bence. Farklı görüş dediğim de herkese ruhsatsız silah satılsın, tecavüze hiç bir şekilde ceza verilmesin, adam öldürmek dünyanın en harika işi olarak kabul edilsin ve öldüren adamın vicdanına bırakılsın şeklinde değil ki kardeşim! Sadece askerliğin çok gereksiz ve erkek evladının hayatından çalınmış bir süre olduğuna inanıyorum.
Hani sen bu adamları o kadar süre hayatlarından alıp mecburi silah tutturuyorsun ya bir de o daha tutmayı beceremediği silahla dağlara gönderiyorsun ya işte o süreç hiç bir erkek evladının TÜRK(!) olmasına vesile olmuyor. Olamaz da! İstemediği bir yerde olması, belki de nefret ettiği bir savaşın parçası olması, inanmadığı ve daha kötüsü güvenmediği bir ekibe zorla dahil edilmesi tam tersi insanı vatanından, milletinden soğutur. Hayatlarına dur dediğin ve bu kararı yine ilgili kişilere sormaya bile tenezzül etmediğin bir zamanda aldığın için daha da gıcık oluyorum hey ilgili kişi ve kurum! Bilir misin ki "askere geline!" dediğin adamın tam o anda hayatında neler oluyor? Bırakıp gidebilecek mi acaba?
Vatanın askere ihtiyacı varmış, ordu ülkesiymişiz, savaşta herkes silah tutmayı bilecekmiş, bilmeliymiş, miş, miş. Bunlarla yeme beni. İnandırıcı değil.
Evet inanırım asker ihtiyacı olduğuna. Ciddi tehditlerimiz olduğuna ve malesef ki olası savaşlara (evet hala bu dünyada savaş var, ne kadar aklım ve yüreğim kabul edemese ve algılayamasa da var ve çok net bilirim bunu) hazırlıklı olmamız gerektiğini de bilirim. Bu noktada vahşi hayvanlardan farkımız olmadığını ve hayatta kalmak istiyorsak zaman zaman öldürmeye mecbur edildiğimizi de bilirim ve fakat yine bilirim ki yolun, yöntemin toptan yanlış. Zavallı erkek evladını istemediği bir zamanda, istemediği bir sürede buna  mecbur etmek haksızlıktır. Daha da ileri gidiyorum hayatına kasıttır.
Gittiği dönemde ailesine kim bakar bilir misin? Arkada kalanları ne yer ne içer? Aç-hasta anasını sen mi alırsın kolun kanadın altına devlet olarak? Döndükten sonra gitmeden önce ardında bıraktığı gül gibi işini geri verme garantisi verir misin? 15 ay askerdeyken geçinebilmek için aldığı krediyi ödeyemeyerek depresyona girenler var bilir misin?
Al sana çözüm önerisi;
Madem ki askerlik şarttır ve mecburuzdur buna bu düzenin içinde. Aç-açıkta, eğitimsiz ve işsiz o kadar çok adam var ki bu işi meslek olarak yapmaya hazır. Al onları ve ciddi bir eğitimden geçir. Önce okuma-yazma öğret bilmeyenine. Sonra genel kültür ver. Oturma-kalkma öğrensin, gazete, kitap okumanın nasıl güzel bir şey olduğunu bilsin. Masa adabı nedir bilsin. Stratejik düşünmeyi öğret. Bunların hepsini yaparken aylarca spor yapsın. Yaptığı her sporla birlikte bedeni güçlensin. Kaçması gereken zamanda kaçabilsin, sürünmesi gereken zamanda da dakikalarca sürünebilecek gücü olsun. Dağda kaldımı ne yiyeceğini bilsin. Silah nedir öğrensin. Nasıl tutulur, nasıl nişan alınır görsün ve en önemlisi dağlara salmadan önce birmilyonseksensekizbin kere tatbikat yapmış olsun. Simulasyonlarda savaşsın önce. Maaşını da ver, yerini yurdunu da belirle ve kendisi bu işi yapmak istiyorsa seninle kalsın. Olur da günün birinde bunu yapmak istemediğine karar verirse de bırak gitsin. Asker gibi askerin olsun. Komutanlara hizmet etmek için alma o Ahmet'i, Ali'yi, Kenan'ı anasının, karısının yanından. Komutanlar canlı müzik dinlemek isterlerse eğer Ordu Evi'ne profesyonel çalgıcı götür, eğlensinler. Bunları bile yaptıracak adamın asker olsun istiyorsan buna gönüllü olan gelsin. Gelenin de hak ettiği para neyse karşılığında ver. İnsanı istemediği bir şeye mecbur etmek ve üstüne maddi karşılığını vermemek insan haklarına aykırıdır bence. Buna inanır bunu derim ben.







18 Kas 2011

İlk Başarısızlık

Dün iş hayatımda bir ilk daha yaşandı. Resmen elimizdeki  iş patladı ve yetişmesi gereken zamana yetişemedi. 1saat ile kaçırdık. Benim işimde genelde son dakika sorunları olur ve o sorunlar da hep o son dakikada hallolur. Bu sefer olmadı. Olamadı. Kabus gibi bir gün geçirdim. Ofisçe geçirdik. Tamamen bizim dışımızda gelişen saçma sapan olaylardan dolayı yaşanan bu gelişmenin müşteri karşısındaki tek muhatabı tabii ki biziz. Adamlar bize iş vermiş, bizden sorarlar. Kime soracaklar başka.
Kuruluma yetişecek ekipten 14:30 itibariyle haber alamaz hale geldik. Telefonlarına ulaşılamaz oldu. Aynı günün sabahı  Malatya-Ankara arasında kaza yapmışlar, arabalarını Kayseri'de değiştirip yeni araba ile yola çıkmışlar ve en geç 15:30'da yani son konuşmadan 1 saat sonra da Ankara'ya varmış olacaklarını söylemişlerdi.
Saat 17:30'da kurulumun bitmiş olması gerekiyordu ki 18:30'da adamlardan hala ses seda yoktu. Kayseri Emniyeti, Nevşehir Emniyeti ve Ankara Emniyeti tek tek arandı. Herhangi bir kaza haberi yok. En azından ortada  acı bir haber yok (acıyan biz olacağız, o ayrıı) Ee anacım bu adamlar nerede??? Müşteri bize sorar biz kime soralım?? Ulaşılamayan telefondan başka bir şey yok elimizde. Bu da cevap kategorisine girmiyor. Girmez. Giremez. Müşteri hadi de hadi der. Müşterinin misafirleri gelmiştir ve ortada elle tutulur bir şey yoktur. Resmi olarak iş elimizde patlamıştır!!!
Adamlardan ses çıktığında artık çok geç olmuştur.
Kazadan sonra değiştirdikleri de araç da kendilerini yolda bırakmış ve bunun üstüne yeni bir nakliye aracı kiralayıp tekrar indir-bindir yapıp yola devam etmişler ve fakat bu çözüm çabaları yetersiz kalmış 1 saat ile golü kaçırmış ve kendi kalelerine gol atmışlardır. Telefonlarının da şarjı bittiği için arayıp haber ver(e)memişler güya. Bu ekibin ipi tarafımızca çekildi ve bir daha yüzleri görülmeyecek. Bu kadar ters giden bir durumda parçası olduğun ekibi arayıp bilgilendirmezsen başına gelecekler bunlardır ve bence bunu da hak etmişsindir.

Yaptığımız işlerin içinde minnacık bir iş sayılırdı bu. Koca koca kurulumlar yapan, günlerce önceden başlayıp ve hep son dakikalarda çözülen sorunlarla eksiksiz, temiz ve pek beğenilen işler teslim eden bizler avuç içi kadar bir işte ters köşeye gelmiş ve kilitlenip kalmıştık!! Bu benim bu anlamdaki ilk başarısızlığımdır. Tabii ki daha önce de hatalarım olmuştur ama bu derece telafisi olamayan bir başarısızlığın parçası olmamıştım. Gece uykularım kaçtı. Hayat bu, olabilir böyle şeylerle kendimi kandırmaya çalışsam da üzülmekten, sinirlenmekten geri duramadım. Bugün yeni bir gün ve bu elimizde(!) patlayan bombanın yarattığı hasarı henüz tespit etme şansımız olmadı. Zamanla göreceğiz....

17 Kas 2011

Yazasım Yok. Hem Yazacak Çok Şey Var Hem de Hiç Bir Şey Yok!

Bu havalar beni benden alıyor. Evimde kalasım, sıcacık çorbamı içesim, televizyona boş boş bakasım var sadece. Bir de durmadan internette araştırma yapmayı, yeni ilgi alanlarım hakkında araştırmayı istiyorum. Buz gibi de olsa hava sahilde yürüyüş yapmak, üstüne sıcacık bir çay içmek ve en çok da kocamı görmek istiyorum bu aralar. 3 haftadır yok yine. Tak etti canıma. Yetti gari. Evde tek başıma olmak istemiyorum. Dışarıda program yapacak gücü de kendimde bulamıyorum. Zaten bol bol da uyuyorum :)
Kış huzursuzluğuna yakalanmış ayı yavrusu gibiyim allah sizi inandırsın. Canımın istediği şeyleri yapamamanın getirdiği bir gıcıklık durumu da var üstümde ayrıca. Hal böyle olunca düzenli yazamaz hale geldim ben. Nedenlerini yakın zamanda açıklayacağım. O zaman hak vereceksiniz bana. Gerçekten de haklı sebeplerim mevcut, demedi demeyin :)
İnsanın içinden yazmak gelmeyince de olmuyor bu iş. Gerçi son zamanlarda en azından blogları okumaya kaldığım yerden devam eder oldum. Bu bir gelişmedir bence. Değil mi? Tam da burada "Eveeeeettttt" demeniz gerekiyor. Duyamadım?? Hah! tamam. Teşekkür ederim.
Yavaş yavaş blog alemine dönesim var. Fakat tek rölantide çalışan da ben değilim. Farketmedim sanmayım. Takip ettiğim bir sürü blog uyumaya benden önce başladı. Ses, seda yok. Birileri okuyup üfledi mi bu blog alemine nedir allasen?? Hep beraber okuyalım, üfleyelim, kurşunlar döktürelim, cinleri-perileri kovalayalım, sonra da totomuzu kaşıyalım da eski tempomuza dönelim.
Ben şimdi bunları dedim de bakalım bundan sonraki post ne zaman gelecek :)

Öperim hepinizi hem de tek tek ...
Haydi kalın sağlıcakla!

27 Eki 2011

Neler Oluyor Buralarda?

Neler olmuyor ki...
Ne memleketin hızına ne de son zamanlarda hayatımın hızına yetişmek mümkün.
Uzun zamandır sesim çıkmıyor. Yazmadığım gibi okumuyorum da blogları. İçimden gelmedi. Gücüm olmadı. Vaktim olmadı. Başka şeylerle daha meşgulüm bu aralar.
Yavaş yavaş dönmeye çalışıyorum sahalara. Genelde keyifli şeyleri yazmayı seviyorum ben. Bu aralar yazacak, irdeleyecek tatlı bir olay da yok ki memlekette. Diğer konularla ilgili de ne yazsam boş. Acı ve yazık demek istiyorum sadece...
Geçtiğimiz hafta babamlar buradaydı. Ondan 3 hafta önce babamı apar topar hastaneye kaldırmışlardı Edirne'de. Safrakesesinde iltihap olduğu anlaşıldı. Pankreastan şüphelendiler başta. Patalojiden rapor temiz gelince rahatladık. Doktor yine de acil olarak safrakesesinin alınması gerektiğini söyledi. Geçen sene atlattıklarından sonra henüz bir ameliyat için hazır mı değil mi babamın bedeni onu bilemedik. Anjio istendi. Geçen hafta başında İstanbul'da anjiosu yapıldı. Prof. Dr. Vedat Aytekin yaptı operasyonu (İnsanlığından hiçbir şey kaybetmemiş, sıcacık yüreği olan çok iyi bir doktor). Operasyon arasında ameliyathanenin kapısına çıkıp bir damarın hala tıkalı olduğunu ve oraya hemen stent takılması gerektiğini söyledi. Geçen sene neler atlattık. Ne gibi sıkıntılar çektik bilen bilir. O korkulardan sonra ailece donakaldık kapıda. Hemen karar veremedik. Cesaret edemedik. "Hayır" dedik.  Öyle acil bir müdahale istemiyorduk zira. Diğer doktoru S.Ö bize her iki damara da stent takıldığını söylemişti oysa. Hastaneyle davalık olma aşamasında çıkmıştık. Elimizdeki belgeler yeterli olmadığı için de açamamıştık davayı. Yanlarına kar kalmıştı yaptıkları. Yaşattıkları...
Neyse o gece babam hastanede kaldı ve tüm aile  milyonda 1 denk gelen şeyin 2. milyon olarak tekrar bize denk gelmeyeceğine inanarak ertesi sabah stent operasyonuna girmesine karar verdik. Nitekim bomba gibi çıktı koçum operasyondan. İlk başta olması gerektiği gibi oldu her şey. Sonrasında farklı komplikasyonlardan dolayı 3 gece daha kaldı hastanede ama iyileşerek çıktı. Şu anda evinde ve hayatında...
6 aydan önce de herhangi bir operasyon geçiremez. İlaç tedavisine de cevap verdiği için rahat. Dolayısıyla rahatız.
İşlerle ilgili de farklı gelişmeler vardı. Aksiyon almaya başlamıştım ama beklenmedik gelişmelerden dolayı o konuyu biraz askıya almak durumunda kaldım. Proje hala elimin altında ama vaktini bekleyecek.
Farklı bir koşturmacadır gidiyor. Hayat hızlı ama ben yavaş kaldım bu aralar. Köşesinden tutmaya, yakalamaya çalışıyorum. Adaptasyon sorunum var. Bütün bunları atlatınca tekrar buralardayım. Tekrar gelene kadar şimdilik bu kadar.
Hepinizi de özledim bu arada :) Blog denen şey garip şey ....








27 Eyl 2011

Kısa Kısa

Son zamanlarda pek sesim çıkmıyor. Çıkamıyor.
  • Çok heyecanlı bir sürece girdim. Kendimce mutlu mutlu yaşıyorum. Yakın gelecekte detay vereceğim. Belki 3 vakte  belki 5 vakte kadar ....
  • Geçen hafta babamı hastaneye kaldırdık. Korkuttu bizi yine. Geçen sene yaşadıklarımızdan sonra hapşursa içimiz titriyor hastaneye kaldırılınca hop! etti yürekler. Safra kesesinde ve pankreasta sorun gördüler. Pankreas korkuttu ama sonuçlar temiz çıktı. Kötünün iyisi yani. Sorun sadece safra kesesindeki iltihapmış. 2 gece hastanede kaldıktan sonra evde tedavisini devam ettirmek üzre  taburcu ettiler. Bu hafta ya da haftaya ameliyat olacak. İşte bu kısım biraz tedirgin edici ama bu koca çınar neler neler atlattı. Bu belayı da savuracaktır. Eminim
  • Hareket etmeye karar verince inanın evren de sizinle birlikte çalışmaya başlıyor ve hiç beklemediğiniz anda ve hiç beklemediğiniz şekilde istekleriniz gerçekleşiyor. Yeter ki yaptığımız işe %100'ümüzü verelim. İnanalım. Mutluyum gelişmelerden. Daha da önemlisi huzurluyum...
  • İşte de güzel gelişmeler oluyor. Beni istediğim hayata itmeye başladı sanki birileri. Aynı temponun devamını diliyorum. Yetkililere duyurulur.
  • Meleklere danışmak diye bir şey var bilen bilir. Hayatımda ilk defa 3 hafta önce  bunu denedim. Öyle zor ve neredeyse imkansız ( o an için) bir şekilde bana mesaj vermelerini istedim ki olursa şaşıp kalayım istedim. Şaştım kaldım!!
  • Abimin kızına  ev tuttuk. Geçtiğimiz 2 hafta boyunca bunun koşturmacası yettti de arttı bile. Dün evlerine yerleştirdik. Kapılarını kapattık ve ev arkadaşıyla birlikte orada bıraktık kuzuları. Görsünler bakalım ev idare etmek nasıl bi şeymiş. Bizim leylanın dünyadan pek bi haberi yok. Eşekten düşmüş karpuz gibi olacak. Ohh olsun! Görsün. Bilsin. Öğrensin.
  • Kocam yine  seyahate çıkıyor. Neredeyse ay sonuna kadar yok. Evli bekarlardanım ben :)
  • Son zamanlarda neredeyse hiç kitap okumuyorum.Okuyamıyorum. Okumak istemiyorum. Değiştirmeli bunu.

19 Eyl 2011

...

Er kişinin ya yaşlısı ya da yavşağı hatun kısmına yol ve de yer verir oldu....
Aahh ahh nerdee o annemden dinlediğim eskiler...

p.s. söz meclisten dışarı...

16 Eyl 2011

Taksici Afra Tafrasını Ben de Yapabilmek İstiyorum

Uzun zamandır taksiciler ile ilgili bir şeyler yazmamışım onu farkettim. Artık genelde arabayla hareket ediyorum da ondan. Araba kullanmaya bayıldığımdan değil, mecburiyetten. Arabasız olduğum zamanlarda da dolmuş, vapur falan kullanmaya çalışıyorum ki işim düşmesin bu sarılı canavarlara (söz meclisten dışarı!).
Dün akşam Fashion's Nite Out sebebiyle Nişantaşı'ndaydım efendim. O kalabalıkta oraya arabayla gitmek demek delirmişsiniz demek bana göre. Gitmeyi başarsan bile araban kendiliğinden katlanan ve çantana sığan modelden değilse koyacak yer bulamazsın. Elinde patlar!
Arabayı ofiste bıraktım ve taksi ile gittim. Bindiğim yerde deli gibi trafik olmadığı için taksici efendi pek caz cuz etmeden kabul etti beni arabasına. En başta bilseydi nasıl bir trafik onu bekliyor zinhar almazdı beni arabasına. Koskoca taksici abi o trafikte neden sıkışıp kalsın ki? Böyle dertler biz fanilerin ve eziklerin işi. Onların canı isterse o trafiğe girip, farklı bir İstanbul deneyimi yaşamak o zaman alırlar sizi arabalarına.
Ortaköy-Beşiktaş arasında hiç kapatmadıysa en az 8 defa kontak kapatmıştır. Hepsi değilse bile 7 tanesi de gereksiz ve hava atmak içindi. Her kapatışında offff sesleri daha da bi yüksek çıkmaya başladı. 8.'den sonra da ağzının içinde bi şeyler gevelemeye başladı. Farkındayım trafiğe sövüyor, "açılmaz bu trafik bıdı da hıdı" gibi bir şeyler çeviriyor ağzında ama net bir şekilde çıkartmıyor o kelimeleri ağzından bile isteye. Ben de aldım elime telefonu sıradan herkeesi aramaya başladım ki bu gıcığın sesini duymayayım. Ben konuştukça aynadan beni kesiyor farkındayım. Hani bir boşluk yakalasa da rahat rahat söylense, ben de pişman olsam o adamcağızı o trafiğe soktuğuma. O değerli canını sıktığım için içim içimi yese. Pışıııkk. Yok cicim öyle şeyler. O söylenmeye, ben laflamaya devam ettik bir süre.
Kurtlu ya dayanamadı ve en sonunda ses tonunu yükselterek söylenmeye başladı. Bu sefer duydum ve anladım ne dediğini "Yok bu trafik açılacak gibi değil". Bu sefer de ben anlamamazlıktan geldim ve yaklaşık 7 defa tekrarlattım aynı cümleyi. Oh olsun hiiç pişman değilim. Yine olsun yine yaparım. Artık aramızdaki elektrik neredeyse dokunsan hissedilecek düzeye gelince "Anlamıyorum beyefendi ne dediğinizi. Benimle mi kendi kendinize mi konuşuyorsunuz nedir sorun?" dedim de döküldü. Trafikte aman da yaman da , öylede böylede de de de.... "İnip yürümemi mi istersiniz napalım?" dedim ses yok. Terbiyesize bak yaa. Ben bilirim o sessizliğin ne anlama geldiğini ama o trafikte hayatta da indirmem o sıcak totomu o arabadan. Nerede bulurum ben bi daha taksi. Herkes yollarda taksi arıyordu o saatlerde.
5-10dk sonra bizimkinin sesinde bir anda çiçekler açtı. Kendine güveni geldi. Kibarlaştı. Ben bir anda hanımefendi oldum. O homurdanmalar bitti gitti ve sevimli bir tonda "Hanımefendi sizi öndeki taksiye yönlendirsem olur mu acaba? Benim yeşilköy'de bir müşteriye yetişmem lazım, çok geç kalacağım. Bu trafikte açılacak gibi değil". "Ne biliyorsunuz o taksinin beni kabul edeceğini? Sizler öyle herkesi almazsınız arabalarınıza. Hadi aldın diyelim gitmek istediğim yere gitmezse ne olacak?" "Yok hanımefendi ben işaret ettim. Tamam dedi" dedi ve ben o anda indim ve öndeki taksiye atladım. Ohh sefam olsun iyi ki de geçmişim o taksiye o ne cici bir adamdı öyle. Efendi mi efendi, güleryüzlü mü güleryüzlüüü ve az konuşan bir taksi şoförü bulmak ne kıymetli bir şey memleketimde....
Taksi değiştirir değiştirmez de gittim facebook'a şunu yazdım:
Bu taksici milletinin müşteriye yaptığı afra tafranın %20sini biz müşterilerimize yapabilsek ne sinir kalırdı ne de stres.
Yanlış mı ??

15 Eyl 2011

İstanbul'un Siluetini de Değiştirdiler ya Helal Olsun!

Sorarım size a dostlar bu olacak iş midir?? Bakanlığın durdurun kararına rağmen bu binalar nasıl yükselmeye devam edebilmişler???
Nasıl bir düzendir bu ve kimler neye güvenerek bu kadar rahat top koşturuyorlar bu meydanlarda?

Sana bana koskoca bakanlık gelse dese ki "Dur!" devam eder misin? Edebilir misin? Benim devam etme cesaretini alabileceğim tanıdıklarım olmadığı için oturduğum yerden küfrede küfrede dururum. Durmasam da bir güzel durduran olur zaten. Eminim. Bu memlekette şaşırmayı bıraktım ben. Aklımın hayalimin almadığı bir çok şey çok kolaylıkla olabiliyor. Bazıları için yani...
Fakat bu kadarı bende kızgınlıktan, şaşkınlıktan çok üzüntüye sebep alıyor.
Yazık ki ne yazık!!
Ne şimdi o arkadan yükselen binaların manası???  Hayalet gibi durmuyorlar mı allesen?   
Bizler Casper'dan başka hayaleti sevmedik. Sevmeyeceğiz de!!!


Haber için tık tık

Türk Gençten Özgürlük İşareti

Danimarka’da bugün düzenlenecek genel seçimler öncesinde, aşırı sağcı Danimarka Halk Partisi’nin  mitinginde bir Türk’ün yaptığı el hareketi Danimarka halkını pek meraklandırmış dostlar.

 Fatih Şen Türk asıllı Danimarka vatandaşı bir gencimiz. Göçmen karşıtı parti başkanı Pia Kjaersgaard’ın düzenlediği mitinge katılmış ve fotoğraf çekmek için başkanın yanına gitmiş. Ciddi ciddi durup, bir güzel de poz vermiş. Pozunu da kendince "anlamlı" bir hareketle süslemiş. Biz Türkler pek meraklıyızdır fotoğraf çektirirken fark yaratmaya :)

Hareketin ne olduğu sorulduğunda ise ‘özgürlük işareti’ demiş gencimiz.

                                        Buyrun fotoğrafın kendisi de burada:

 

 

  haber için: tık tık


13 Eyl 2011

Rondo Almam Lazım. Marka Tavsiyesi Olan??

Evleneli 6 ay oldu. Evet evet dün tam da 6. ayımızı doldurduk. Yarım yıllık evli bir hatunum yani ve hala evimde rondom yok. Yemek yapmayı severim ve hatta kocam da pek sever (uzun zamandır yapmasa da sever yani). İşin en tatsız kısmı ise soğan doğrama kısmıdır. Geri kalan bölümlerden hiiiç ama hiç bir şikayetim yok inanın. Seve seve, güle oynaya yemek yapabilirim (canım istediği ve yorgun olmadığım zamanlarda tabii ki!).

Artık rondomuzu alma vakti geldi. Aslında çoktaan geçti bile. Hem Tefal hem de Darty'den hediye kartlarımız var. Bunlardan birinden almam gerekiyor. Fakat hangi markayı almam gerektiği konusunda kararsızım.
Daha önce Tefal'in eski bir modelini kullanmıştım ve hiç memnun kalmamıştım. Soğanın yarısını  püre haline getirirken diğer yarısını kocaman parçalar halinde bırakıyordu. Sonuç iri taneli soğuk soğan çorbası gibi oluyordu. Aynısını yaşamak istemiyorum. Eşit parçalar halinde ve ideal boyutlarda doğranmış soğanlarım olsun istiyorum. 
Var mıdır  rondosundan çok memnun olan? Marka tavsiyesinde bulunabilir misiniz acaba??



8 Eyl 2011

Harekete Geçiyorum

Buradan da ilan edeyim de sorumluluk hissedeyim.
Yeni bir oluşum için hazırlıklar içindeyim. Çalışmaya başladım. Dün akşam uzun zamandır görmediğim bir arkadaşım ile yemek yedim ve kafamdakileri herkese anlattığım gibi ona da anlattım. "Ben de geçtim bu dönemlerden. Aynılarını hissettim ve o kadar çok arkadaşım bunları yaşadı ki. Sanki yıllar önce konuşan ben ve yine yıllar önce konuşan arkadaşlarım oturuyor karşımda" dedi bana. Önceki post'a da benzer yorumlar gelmişti.
Yalnız olmadığımı zaten biliyordum, iyice emin oldum. Dünkü  benzer hikayelerin sonu da eski türk filmleri gibi hep mutlu bitti. Sevindim. Heyecenlandım. En önemlisi yeniden umutlandım. Bugün oturdum ve üstüne çalışmaya başladım bile. Süreci hızlandırmam lazım. Zaten öyle hemencecik olabilecek birşey değil. Dolayısı ile biran önce başlamam lazım. Hatta BAŞ-LA-DIM!!
Sizler de beni sorgulayınız lütfen konuyla ilgili. Dürtünüz. Gaza getiriniz:)

7 Eyl 2011

Cinnetin Eşiğindeyim! Her An Her Şey Olabilir.

Sabrım tükenmek üzere. Belki de tükendi de farkında değilim, farketmek istemiyorum. Şu andaki işimi gücümü bırakmak ve yapmak istediklerime odaklanmak ve ruhumu huzurla doldurmak, kafamdaki milyon tane soru işaretini de tek kalemde silip atmak istiyorum. Etrafımdaki insanlar ne istiyorsam onu yapmam konusunda gaz vermeye devam ediyorlar. Onlara göre beklemenin anlamı yok. Bana göre ise bazı şeyleri şekillendirmeden elimdekini bırakmak manasız.
Bir yerlerde cesaretimi mi kaybettim ben?
Fazla garantici mi davranıyorum?
Diğer ipi tutmadan sıkı sıkıya tutunduğum ama ellerimi kanatan ipi bırakmak istemiyorum. Aslında şu anda düşsem bile altımda minderler var hiiç bi şeycikler olmaz. Accık moralim bozulur belki ama kırık çıkıksız atlatırım yani. Diğer ipi hiiç tutamazsam da gider kendime yeni bir ip bulurum. O da olur.
Bunları böyle düşününce ve dillendirince kolay gibi geliyor ama yine de elimde somut bir şeyler olmadan da cesaret edemiyorum işte...
Basitleşmek istiyorum. Bunu seçiyorum ve tercih ediyorum ama içimdeki korkuları da tam olarak atamadığım için o tarafa doğru yönlenemiyorum. Modern dünyanın yoldan sapmış insanlarının genel huzursuzluğundan başka bir şey değil bu bence. Bu yanlış düzen sadece bana değil, biliyorum ki bir çok insanın içine zehir atıyor. Kimimiz farkındayız. Kimimiz huzursuzluğu ve mutsuzluğu yaşıyoruz ama "düzen bu. halime şükredeyim" diyerek sorgulamadan devam ediyoruz. Mutsuz yaşayıp, mutsuz ölüyoruz. Kimimiz de benim gibi içi içini kemirir halde, ne orada ne de burada olamadan arafta geçiriyor günlerini. Kimimiz o  kadar şanslı ki farkına varıyor ve aksiyon alarak, arkasına bile bakmadan bırakıyor bu hayatı ve yeni, istediği hayata koşuyor. İşte bu son gruba hayranım arkadaş ben. O cesarete ya da o kararlılığa ihtiyacım var benim...

Bu korkular beni tüketecek sanırım. Yakın zamanda hepsinden arınmalı ve korkusuzca bakmalıyım önüme ki istediğim yere gidebileyim. Bunu da gayet net farkında olmama rağmen neden yapamıyorum?

Size de oluyor mu böyle?
Korkularınızdan sıyrılıp da gerçekten ama tüm benliğinizle istediğiniz ve seçtiğiniz şeyi gerçekleştirmek için adım atamadığınız oluyor mu? Tırsak tırsak köşeye siniyor musunuz? Kurduğunuz ve gerçekleşme ihtimali yüksek olan hayallerinize koşmanızı engelleyen yılanlar çörekleniyorlar mı ortaya? Ne yaşamak istemediğinizi çok net biliyor ve görüyorken bunu değiştirmekten alı koyuyor mu sizleri de içinizdeki soru işaretleri??
Birilerinin  daha benim gibi olduğunu duymaya ve hatta benim bulunduğum, kayboldugum yerlerden yolunu bulup çıkmış olanları dinlemeye ihtiyacım var belki de...







26 Ağu 2011

Bu Tabakların Bardakları Neredeler??

Hakkatten neredeler acaba??
Pis bi huyum var anacım ya...Mutfaktan bir güzel dolduruyorum çayımı ve tabağı ile birlikte alıp odama geliyorum, masama oturuyorum, içmeye başlıyorum. Buraya kadar ee ne bunda dedirtiyor durum farkındayım ama asıl olay buradan sonra kopuyor. Ben o bardakları alıyorum ve ofisin içinde dolana dolana içiyorum. Boş bardağımı da alıp mutfağa götürüyorum. Hal böyle olunca da gün içinde masamda buna benzer görüntüler oluyor  kii bu iyi hali, ben 5 tabak olduğu zamanları da bilirim :)


Türk Halkı Bir Gününü Nasıl Geçiriyor?

İzinli online pazarlama platformu Napolyon.com, gerçekleştirdiği  ankette, üyelerine "24 saati nasıl değerlendirdiklerini" sormuş. Elde edilen cevaplardan, Türk halkının en az zamanı, ortalama 45 dakikayla kişisel bakıma, 30 dakikayla ise spora ayırdığı tespit edilmiş. Çalışmaya; 81 ilden, 15 yaş üstü, her sosyo-ekonomik sınıftan 13.350 kişi katılmış. Ankete katılanların, 8.664'ü erkek, 4.675'i kadınmış.

Çalışmadan bazı sonuçlar:
  • Kadınlara göre daha fazla çalışan erkekler, spora, kadınlar ise hobilerine ve özel saatlere daha fazla zaman ayırıyor.
  • En çok uyuyan kesim 24 yaş altı gençler, en fazla çalışan grup 25-45 yaş arasındakiler.
  • Spor, en fazla 18 yaş altındaki gençler tarafından yapılıyor. Gençlerin spora ayırdıkları zaman ortalama 1 saat 10 dakika.
  • 55 yaş üstündekilerin 2 saatten fazla zamanı, ibadet ve dinlenmeyle geçiyor.
  • Eğlenceye ve kültürel aktivitelere en çok zaman ayıran kesim, 2 saat ile 18-24 yaş grubu.
  • Büyük illerde yaşayanlar, trafikte/yolda daha fazla zaman harcıyor.
  • Trafikte / yolda geçen zamanda İstanbul birinci; Anadolu yakasında oturanlar, Avrupa yakasında yaşayanlardan daha fazla zamanı trafikte harcıyor
  • Ankara ve İzmir'de, diğer Anadolu şehirlerine göre daha fazla zaman trafik ve yolda geçiyor.
  • Trafik ve yola en az zaman harcayan Karadenizliler, aynı zamanda en fazla uyuyanları oluşturuyor.
  • Trafikte/yolda daha az zaman geçirdiklerinden, İstanbul, Ankara ve İzmir dışında yaşayanlar; kişisel bakıma, spora, kültür-sanata ve kendilerine daha fazla zaman ayırıyor.
  • Hobilerine en fazla zaman ayıranlar ise İzmirliler.

NzN'nin çıkardığı sonuç: Hep 24 yaşta kalarak mümkünse Karadeniz'de yok o kadar olmaz deniyorsa İzmir'de yaşamalı. 
Ben bu treni kaçırdığım için 31 yaşımla mutlu olmanın yollarını aramak için Karadeniz yaylalarında 1-2 yıl geçirsem ve sonra İzmir'e yerleşsem. Bu arada da her gün en az 2 saat spor yapsam, akşamları hep bir planım olsa, deli gibi dans etsem, yeni insanlar tanısam, sergi, konser ne varsa hepsi benden sorulur olsa, yeni yeni hobiler edinsem ve bu hobilerde ustalaşsam ama bunların hepsini yaparken günlük en az 8 saat uykumdan da hiiiç vazgeçmesem açığı kapatabilir miyim sizce??
Pardon duyamadım?? Ne dediniz? Ahahaha saçmalıyor muyum ? Hadi ordan sende ne varmış yazdıklarımda saçma olan?

Bak gördünüz mü?? Haksız mıyım ben İstanbul'u özlememekte??

25 Ağu 2011

Gökdelenlerin Arasında Bir Tarla

Amerika'da  Peter Karmanos'un sahibi olduğu şirket  Detroit Belediyesi'ne ait bir yeşil alanı kiralamış ve çalışanları için minik bir tarla yaratmış o alanda. Ben bu fikire BA-YIL-DIM!! Bayılınmayacak gibi değil ki. Bütün gün kurumsal kurumsal dolaşan şirket çalışanları öğle aralarında bu bahçeye inerek domates, biber falan yetiştiriyorlarmış. Topuklular ve kravatlar çıkıyor ve toprağa dokunuluyor. Burada yetişen sebzelerden çalışanlar isterlerse evlerine de götürebiliyorlarmış. Kalan sebzeler ise evsizlere dağıtılmak üzere Gleaners Food Bank'a bağışlanıyormuş. Patronun amacı şirketin karbon salımını düşürerek çevreye destek olmakmış. Ben patron amcayı araştırdım. Bahçelere olan ilgisinden farklı yerlerde bahsedilmiş.
Bence bu uygulama bizim ülkemize de gelmeli. Hem bütün gün aslında böceklerin yaşaması gereken ama iki süs 3 püsle beyaz yakalılara layık bir mekan haline getirilen plazalarda çürümekten bir nebze olsa da kurtarılmış oluyor çalışanlar, hem organik sebze yiyebiliyorlar bir dünya para vermeden hem de evsizlere destek oluyorlar bir şekilde...
Türk şirketleri de bu tarz bir uygulamayı en azından sosyal sorumluluk projesi olarak başlatsalar tadından yenmez bence..



Haber ile ilgilenenler için:  1, 2

24 Ağu 2011

Gün İçinde Su İçmeyi Unutuyorsanız...

...tam da size göre bir şey gördüm bugün :)

Hayat Su güzel bir program hazırlamış. Aşağıdaki linkten dosyayı indirip kaydedebilirsiniz. Saat başı ekranınızın sağ alt köşesinden bir şişecik çıkıyor ve "bir bardak suyunuzu içtiniz mi?" diye soruyor. Gün içinde su içmenin aklına bile gelmediğini söyleyen çook insanla tanıştım ben bugüne kadar. Benim bu duyguyu anlamam mümkün değil. Ben yeteri kadar su ve çay içmezsem bildiğin huysuz bir insan olabiliyorum. Dolayısı ile masamda 1 şişe suyum ve genelde 1 bardak çayım hazır durur.

Kalkıp su içmek iyidir, günde bilmem kaç litre su içiniz hıdı da bıdı demeyeyim isterseniz ama içmiyorsanız alışkanlık haline getirmek için, en azından bunu denemek için bu linkten faydalanabilirsiniz diye düşünüyorum. Ne dersiniz??


www.hayatsu.com.tr


23 Ağu 2011

Gezdim Gezdim Geldim de Gelmez Olaydım ya Keşke...

Tatil de bitti... Gezdim gezdim geldim ve inanır mısınız ilk defa ama ilk defa geldiğimde farkettim ki ben İstanbul'u hiiç özlememişim. Eskiden nereye gidersem gideyim, ne kadar kalırsam kalayım sonunda İstanbul'a dönecek olmanın verdiği gizli bir mutluluk kaynağı vardı içimde. Artık o da yok. Yok olmuş yani. Ne arada ve nasıl geldim bu noktaya bilmiyorum ama ben genel olarak sıkılmışım bu şehirden diye karar verdim tatil dönüşünde. Acele verilmiş bir kararmış. Gizli özneyi görememişim aslında. Üstüne düşününce anladım ki aslında dert İstanbul değil. Gerçek dert o değil yani. Hayat şeklimden sıkılmışım ben. Yeni bir şey gibi yazıyorum ama ben bunu daha önce pankart aça aça ilan ettim cümle aleme. Şimdi bütün suçu İstanbul'a atarak kendime bahane bulmanın da manası yok kanımca.
Nasıl bir hayat istediğimi yazmıştım şurada. Sorgulamalarım  devam etmişti şurada ve şurada da.  O hayata gitmek için kendimce kararlar aldım ve uygulamaya başladım ki hayat beni bir şekilde durdurdu. Belki de bendim durduran bilemiyorum... Demek ki biraz daha vakti varmış dedim ya da doğru olan bu değilmiş diye düşündüm. Alternatiflere bakınmaya başladım. Şu anda önümde yeni bir hedef daha var.  Vakit alacak bir girişim bu. Kuluçka dönemi uzuncana ama olsun. Bu ofis hayatından çıkmanın ve çıkarken de sadece ev kadını olmamanın yollarını arar haldeyim. Bu yenilik tutarsa tam istediğim gibi olacak her şey.
Bu dönem geçene kadar da ben İstanbul'la aramı düzeltmeye kararlıyım. Kırdım zira güzel hatunun kalbini. 13 gün uzak kaldıktan sonra insan il sınırına gelir gelmez koskoca İstanbul'un suratına hönkürür mü "hiç özlememişim ben seni" diye ? Ben yaptım. Şimdi ısınma turlarındayız. O bana saklı güzelliklerini göstermek için elinden geleni  yapıyor. Ben de eskiden bayıldığım İstanbul'u canlandırmaya çalışıyorum. Seve seve yani...
Sorun başka. Dedim ya özne gizliymiş anacım...

5 Ağu 2011

Her Yerde Aynı Kıyafetler ve Aynı Aksesuarlar

Cumartesi günü tatile gidiyorum. Sonunda!! Her zaman yaptığım gibi son dakikaya kaldı her şeyim. Bu sene tatil kıyafetlerime yenileri katmak istiyordum. Tek derdim buydu.
Nedir bu tatil kıyafetleri?
Hani sadece tatile çıktığın zaman giyebildiğin mini minicik elbiseler, tülden kıyafetler, totoya kadar şortlar  gibi şeyler vardır ya hah! işte onları diyorum cicim. Bu kıyafetleri yılda sadece 1,  bilemedin 2 haftalık tatil dönemlerinde giyersin -yani benim gibi ofis kuşları öyledir. aranızda yaz ayını full tatille geçiren gıcık olduğumuz gruptan arkadaşlar varsa sussun!-. Her tatil fotoğrafında aynı kıyafetler vardır dolayısı ile. Eeee yılda azıcık giyilen bu kıyafetler bir türlü eskimek bilmediği için insan bir müddet sonra sıkılıyor onlardan da . Sanki her yıl aynı tatilin devam gibi  :)
Bu sene o grubu yenilemeye, en azından içlerine bi kaç parça yeni kıyafet eklemeye kararlıydım. Bu kararı hayata geçirmek şu son 2 güne kaldı. Her zamanki gibi.
2 gündür bütün mağazaları geziyorum ve  her mağazada aynı kıyafetleri görüyorum. Bazısı sol koluna gül koymuş, kimisi aynı modeli 2 renkli yapmış, bir diğeri de eteğine kuş kondurmuş ve koymuş vitrine. 3-5 mağaza sonra artık mağaza değiştirdiğini bile farkına varmıyorsun. Gıcık oluyorum bu duruma. Herkesle aynı şeyleri giymek mecburiyetinde miyiz biz? Farklı tarzlarda farklı alternatifler sunulmuyor artık bizim ülkemizde. Yurtdışından gelen arkadaşlarım bile farkettiler bu durumu. "Sokaklardaki bütün gençler aynı giyiniyor, neden?" diye bile sordular. Hah! dedim benim de en büyük dertlerimden biri bu. Farklı giyinmek için illa tasarımcılardan mı giyinmek gerekiyor yani? Milyonlarca lira vermeden kendi tarzımızda ve kendimize has giyinemeyecek miyiz? Yurtdışına gidip mi alışveriş yapalım yani ? Yok yahu sırf alışveriş için yurtdışına çıkanlardan değilim ben. Keşkeee  :) amea yok cicim, kıskanma. Fakat yurtdışına çıktığım zaman farklı ne bulursam topluyorum. Hoş artık oralarda bile buradan farklı bi şey bulamıyorum ya neyse.
Gıcık oldum yine, paylaşayım dedim....

4 Ağu 2011

Kusurluyum Ben!! Selülitliyim Ben! Yürüyen Portakal Adayıyım Ben!

Dün gece televizyon karşısına yayıldım. Yayılır yayılmaz basenlerimin yanlarından pörleyen selülitlerimi gördüm. Ayaktayken yok ama oturunca, o baskıyla birlikte minik portakallar fışkırıyor vücudumdan.
 Yememe-içmeme dikkat ederim. Kahve çook nadir tüketirim. Yağlı yemem. Abur cuburu hiç sevmem. Asitli içeceklerle aram pek iyi değildir dolayısı ile nadir tüketirim. Tek eksim çay bu noktada. Deli gibi çay içerim. Spor yapamam ama gayet hareketli biriyimdir. Ye-iç-yat yapmam yani. Eeeee hal böyleyken ne diye selülitim var ulan benim!! Yediğin içtiğin falan hikaye anacım. Öyle diyor ya bu uzmanlar. Benim vücut böylee. Zaten aile kadınlarının bütün eksileri bende toplanmış. Ona da ayrı bi gıcığım. Bütün aile koca memelidir misal. Bende idare edecek  kadar var işte. Bacaklar fıstık gibidir ben çırpılıktan ölecem. Öyle güzel çırpılık falan değil anacım. Orantısız. Kemik üstü deri kaplama. Hani biraz kilo aldım mı patatese kürdan takmışsın gibi oluyorum. Haa bi de yamuktur zaten. Hepsini geçtim de ben bu selülit olayına taktım kafayııııı.....
Şimdi böyleyse  yarın öbür gün doğurduğumda ne olacak bu işin sonu?? Yaş ilerledikçe bunlar da artacak ve hissediyorum ki ben yürüyen portakal olacağım!!!
Öyle sabah akşam kremler falan da süremem ben. Uğraşamam yani. Alırım 3 gün 5 gün hevesle kullanırım o kremleri sonra verdiğim parayla kalırım. Garip garip merkezlere gidip, dünya paraları verip makinelere de giremem. Hadi gittim diyelim. O parayı da verdim. Güzel olacağız ya değer ama  anacım o  disiplene de gelemem ben. Tamam tamam laf atmayın oralardan öyle hem 3 kuruş olsun hem de şoför yanı olsun istiyorum ne var yani??!!  Zaten o merkezleri deneyen arkadaşlarımda da sonuçları gördüm. Makineye girmeye devam ettiğin sürece selülit melülit kalmıyor ama hani olurda bırakırsan 2 katı ile geri geliyor o çukurlar. Hatun yaptığına bin pişman.
Evet evet geleceğin yürüyen portakalıyım sanırım ben. Kabul et ve barış bununla!!

Doğurup büyüttükten sonra toptan girer her bi yanımı toparlatırım artık. Bu arada estetiğe de acayip karşıyımdır ama löpür löpür de yürümek istemem hani  :))

3 Ağu 2011

Nedensiz

Hani böyle nedenini bilmediğiniz, sebebini bulmak için içinizdeki her köşeyi kurcaladığınız ve karşınıza çıkan
her şeyde " hah! işte sebep bu!" dediğiniz melankolik durumlarınız olur ya işte ben de bu durumdayım 2 gündür. Dün ve bugün 2 kere gözlerim doldu sebepsiz yere...
İçimde garip bir acı ve hüzün var. Elle tutulur sebebim de yok gibi. Belki de var ama ben görmüyorum. Görmek istemiyorum. Bakıpta görürsem adı "dert" olur diye...
Ben böyle durumlarda hayatımdaki her şeyi yatırırım masaya. Keserim, biçerim, acımasızca dertlenirim kendi kendime. Hiç hoşlanmadığım huylarımdan biri de budur benim. Ne kadar pozitif bakmayı seçsem de, genelde kocaman kocaman gülen bir insan olsam da bu girdaba yakalandım mı ruhumun hasta yerleri yüzüstüne çıkıyor sanırım ve mutsuzluk sebepleri buluyorum kendime. O dakikaya kadar kabul etmediğim olumsuzluklar bedenleniveriyor. Böyle kanlı canlı duruveriyorlar karşımda. Üstlerine düşünür gibi olunca da batıveriyorlar içerlerden bi yerlerden etime etime. İşin yine de güzel bir kısmı var ki bu durumun içinden de hızlıca çıkıyorum Polyanna'nın ruhu ile birlikte  :) Hayatımdaki güzellikleri çıkarıveriyorum su üstüne ve hatırlatıyorum kendime: Bunlar gerçek "dert" bile olsa biliyorsun ki geçecek ve sen yeni bir şey daha öğrenmiş olacaksın. Belki hatırladıkça ince ince sızlayacak ama onun adı "ders" olacak. Bir dersi daha vermiş ve mezuniyete daha da yaklaşmış olacaksın.


Bazen işe yarıyor bazen de kocaman bir "banane" cevabı yapışıveriyor suratıma. İçimdeki sabırsızdan kaynaklanıyor bunlar biliyorum ben. Ah o sabırsız ahh ahhh....


İşte böyle bi 2 gün geçirdim. Hala da tam olarak geçmiş değil. Akşama canım arkadaşımı görünce geçer belki. Bir sarılır bana alıverir içimdekini. Olmadı cumartesi sabahı yola çıktığımızda o da tatile gider mecburiyetten!!! Pardon ama cicim senin benimle yolda, denizde, rakı masasında ve hoş sohbetlerde yerin yok. Bunu da böyle bil ha!!! Sonra demedi deme....

1 Ağu 2011

Yine Gittim ve Yine Geldim ve Hatta Tekrar Gideceğimm

Durduk durduk Ağustos ayını hareket ayı seçtik ha!
Biz dün gece annemlerin yanından geldik. Giderken ayrı bir trafik belası, gelirken ayrı...
Öyle güzel bir haftasonu geçirdim ki!! Vallahi hem ben çok şanslıyım gelin gittiğim aile açısından hem de pek sevgili kocacığım çok şanslı damat geldiği aile açısından.
Her iki tarafta da pek güzel ağırlandık. Gözlerimizin içine baktılar mutlu olalım diye. Bizim sadece varlığımız bile onların ömrüne ömür kattı. Çok net hissettim. Hele ki güzel babama nasıl da iyi geldi. Bilen bilir geçen sene neler neler atlattık. Ne kadar uğraşsa da o doktor parçaları öldüremediler babamı. Babama yaşam yakışır çünkü! O güzel gözlerinde hep ama hep gülücükler olmalı. O sevgi dağıtmak için gelmiş bence bu dünyaya....
Hala atlatılan tatsızlıkların etkileri var tabii ki üstünde. Fiziksel olarak gayet iyi durumda olsa da bütün o yaşadıkları bilinçaltında "ölüm" korkusu olarak duruyor. Yanında bizler yokken  morali hep bozuk. Abim söylüyor. Annem doğruluyor. Bizler gittik mi,  tüm aile bir araya gelipte mangalı yaktık mı o rakı kadehleri nasıl da coşuyor bir görseniz. O anlarda çok mutlu. Sık sık gitmeli. Bu anları yaşamalı. Hayatın anlamı bu değil mi zaten? Sevdiklerinle birlikte olmak.
Kızıyorum kendime bazen daha sık gitmediğim için. Fakat hayat bu. Benim hayatım burada kurulu. Yine de daha sık gidilebilir biliyorum... Gitmeliyim!! Zamanında onlar gecelerini, gündüzlerini birbirine katıp bizim dibimizde olmadılar mı ? Şimdi sıra bizde. Hem öyle gece kalk altını değiştir, git süt ısıt, olmadı boklu bezini yıka, allah hastalandı sabahla, hastaneye git, yemeğini hazırla, yedir, okula götür-getir gibi dertleri de yok yani. Kaldır totonu da git 2 kadeh rakıyı devir gel işte daha ne!! Siz de gidin. Hatta ailesine görmeye giden kalksın yazsın ve bizlere de sürekli hatırlatsın derim ben. Kendi döngümüzde kalmayalım.
Neyse efenimmm uzatmayayım lafı. Baba dedim mi coşuyorum (lafta mı ? yok yook o kadar da değil! )....
Önümüzdeki hafta da tatile gidiyoruz artık oohhhh. Allahtan balayına gitmişiz de bu zamana kadar beklemedik denize girebilmek için. 10 -12 gün kadar olmayacağım. Sonra gelip 1 hafta falan çalışıp bu sefer de bayram tatilne gideceğğimmmm :))
Ağustos ayı gezme ayıııı!!!
Eylül nasıl gelir bilinmez!

Aaa bu arada babamın size selamı var  :)

29 Tem 2011

Gittim, Gördüm, Dağıldım ve Geldiimm

Adana'ya gittik ve geldik bile....
Tanışamadığımız bütün aile bireyleri ve aile yakınları ile tanıştım, kaynaştım, yedim, içtim ve geldiiimm.
Son güne kadar çook güzeldi her şey. Cuma akşamı kocaman bir aile yemeği ile kapı kapı tanıdık gezmekten kurtularak mutlu mutlu yedik-içtik. Yemek biter bitmez de bu sıcaklarda bu kız yapamaz diyerek beni Mersin'e yazlığa kaçırdılar. Allah razı olsun vallahi. Buralar da sıcak ama oralar daha mı sıcak, yoksa psikolojik olarak mıdır nedir bilemeyeceğim ama tahammül edilecek gibi değildi. Resmen Adana Mersin arasında hissedilen sıcaklık 10 derece falan fark ediyor. Ayrıca deniz olduğu için atıveriyorsun kendini deniz kenarına püfür püfür esiyor cicim. Ohh sefam olsun diyerek elimde kitap yayıldım. Cumartesi akşamı yazlık komşuları bizi yemeğe çıkardılar. Mersin'de balık da yemedim demem  :) O yemekte ayrı bir keyifliydi. Böyle güzel bir aileye gelin gitmek büyük bir şans :) Birlikte yemek- içmekten keyif almak, kahkahalar atmak, aynı esprilere gülüp, birlikte yapılan işlerden keyif almak güzel bir şey.
Pazar günü Narlıkuyu'ya yörük çadırlarında halalar ve amcalar ile kahvaltıya gittik. Bolcana yedik, güldük, Cennet ve Cehennem'i gördük ve evimize döndük. Pazar gününü deniz kenarında yayılarak geçirdik. Akşamüstü elimizde buz gibi biralar ile tavla sefası yapıp eve döndük ve erken saatte anne-baba dışarıdayken (işler tersine bizde anacım!) biz karı-koca erkenden bayıldık. Gece 01:30 gibi bir mide bulantısı ile uyandım ki sormayın. Bütün gece boyunca durup durup kustum. Kocamdan olma anneciğim de ne yapacağını şaşırdı. "Ahh ahhh bak bize nazar değdi. Kaynana-gelin iyi geçiniyoruz diye, sen çok güler yüzlüsün diye çok konuşuldu arkamızdan" diye dolandı bütün gece. Kötü enerjilere karşı otlar bile yaktık evde büyücü karılar gibi  :)) Yirim kız ben öyle kaynanayııı.
Pazartesi günü sabah erkenden Adana'ya dönecek. Kocamın çocukluğunun geçtiği sokakları dolaşacak, birazcık alışveriş yaparak öğlen anneanne ile kebap yiyecek ve uçağımıza binecektik. Ben su kaynatınca bütün plan iptal oldu ve uçak saatine kadar yataktan çıkamadım. Uçağımızı iptal etmeyi bile düşündük bir an için ama tüm dileğim ne olursa olsun evime ulaşmak ve yatağımda yatmaktı. Hayatımın en zor uçak yolculuğunu geçirerek, ağlamaklı bir halde  evime ulaştım. 38 derece ateş ile... Bak itiraf ediyorum uçakta bir ara gözlerim doldu da zor tuttum kendimi.  Daha dün kendime gelebildim. 3 gün boyunca sadece peynir-ekmek ile yaşadım ama toparladım. Ohh atlattımmmm. Çukurova'nın sıcağı insanın feleğini şaşırtırmış derlerdi. Onaylandı cicim. Benimki şaşırdı kaldı!!
Bu akşam da bizimkilere gidiyoruz. Akşam yemeği saatinde oradayız. Direkt çiftliğe gidiyoruz. Mangal hazır bir şekilde bizi bekliyor olacak ve ohhh gelsin rakılar gitsin etler şeklinde yiyip içip yayılıyoruzz. Babam bir heyecan bizi bekliyormuş.
Sizlere en tatlısından, pek ballısından bir haftasonu  diliyorum ve anamın evime kolumda kocam ile gidiyorummmm.
Gezin, tozun, yiyin, için ve bol bol gülün. Gülerken de beni hatırlayın ciciler.

Öperim!!

21 Tem 2011

Beni Bu Sıcaklar Yedi Yedi de Bitiremedi!

Ben daha İstanbul'un sıcakları ile baş edemiyorken yarın sabahtan Adana'ya gidiyoruz. Aile ziyareti...Resmen tırsıyorum. Herkes"NzN oralarda ne edecek bu sıcaklarda" diyor da başka da bir şey demiyor! Hakkatten nasıl hayatta kalmayı becerebileceğim acep??
Geçenlerde facebook'a şöyle bir post girdim:
Kışın normal insanlardan binsekizyükellibeşbin kat daha fazla üşüyen bir insanın bu yaz sıcaklarını daha rahat atlatması gerekmez mi? Resmen hayata adapte olamıyorum. 
Gerekmez mi sorarım size?? Kışın donan insanın yazın da sıcaklardan bu derece etkileniyor olmaması lazım.

2 haftadır ofiste kılımı kıpırdatmak istemiyorum. Hiç ama hiiiç bişeycik yapasım yok. Enerjim yok. İsteğim hiç yok. Sündüre sündüre yapıyorum işleri. Yumurta kapının eşiğine gelmeden kılımı kıpırdatmıyorum. Doğru değil ama durum bu! Ara ara dellenip "ulleeyynn evimin kadını, çocuklarımın anası olacağım. kocamın da istediği gibi ohh 8 tane de çocuk yapacağımmm" diye dolaşıyorum ofis koridorlarında. Düşünün ne kadar vahim haldeyim ben!! 8 çocuğun yarısını versinler ve 3 gün evde bıraksınlar beni bakalım nasıl da arkama bakmadan işe kaçıyorum :)
Böyleyken böyle işte....4 ayın sonunda (evleneli 4 ay oldu da geçti bile  :) ) aileleri ziyaret edebiliyoruz. Bu haftasonu ikimizin birden boş olduğu tek haftasonu. O kadar yoğun çalışır haldeydik ikimiz de. Bırak aileleri birbirimizi adam gibi göremedik şekerim. Sözüm ona yeni evliyiz de cicim ayları da da da da ....
Geçen ay babam anneme dert yanmış hafiften "Çocuklar evleneli kaç ay oldu hala gelmediler bi el öpmeye, yemeğe". Gören de çok gelenekçi bir aileyiz sanacak  ama canı çekmiş babacığımın damadıyla şöylee bir rakı keyfi yapmayı. Annemden gelen cevap durumu pek güzel özetlemiş de babam o cevap üstüne ağzından tek bir kelime bile çıkamadan gülmeye  başlamış.
İşte annemin cevabı:
"Ayol onlar daha birbirini öpecek vakit bulamadılar da seni beni mi öpmeye gelecekler!"
Yerim kız senii anneeee  :)) Vakit olsun hepinizi birden öperim. Öpücüklere boğarım hatta ama durum ortada. Totom yer görmeden çalıştım. Tatili de öyle bi hak ettim ki sormayınn. Ağustos ayı şenlik ayı ilan edildi bile. Planlar hazır. Deniz beni bekler. Denizkızlarını öpmeye de gitmek lazım.

Uzun lafın kısasııııı yarın sabahtan Adana'ya gidiyoruz. Yarın akşam aile yemeği var (20-30 kişi falan sanırım). Sağolsunlar herkesi tek tek görmeye gitmeyelim ya da günde 8 yemek planı yapmayalım diye tek atışta hallediliyor bu işe. Herkes bir arada. Gelin de ortada  :)

Pazartesi akşamı da dönüyorum canlar-cinler. Dedikodularım olabilir, bekleyin.....

 Eeeen tatlısından, mutlusundan, huzurlusundan ve de serininden bir haftasonu dilerim size. Hadi sizi de öpeyim de görev bitsin!!

Baş baş....

11 Tem 2011

O Kadar Çok Şey İstemiyorum ki!!

Gerçekten de bu aralar bir istememe hali var bende. Kılımı kıpırdatmak istemiyorum. Sadece ve sadece işin ucunda gezmek varsa o bitkin vücudum ve ruhum güç buluveriyorlar.
Çalışmak istemiyorum. Sabah alarm ile uyanmak istemiyorum. Toplantı yapmak istemiyorum. Ev ile ilgilenmek istemiyorum. Derlemek-toplamak istemiyorum ama her daim evim toplu olsun, dolabımda da yemeğim hazır olsun istiyorum. Haftaiçi yemek yapmak bile gelmiyor içimden ama haftasonları bayıla bayıla vakit geçiriyorum mutfakta. Güzel güzel yemekler yapmak geliyor içimden ama anacım bir tek haftasonu yeter mi hepsini birden yapmaya??!! Sorarım size yeter mi??
Bana yetmiyor. Fiziksel olarak bakıldığında gayet  yeterli bir süre aslında haftasonu tatili dediğin şey. 2 koskoca gece ve onların ardından gelen 2 koskoca gün. Daha ne olsun anacım. Kalkıp da ev boyamayacaksan yeter de artar bile. Bakma ev boyasan bile yeter de....
Ruhumun istekleri bambaşka olduğu için yetmiyor. 2 haftadır pazar günleri  hüzünleniyorum, isyan ediyorum. 1 güncük daha  tatil olsaydı ya....
Hatta daha da ileri götürüyorum ben bu projeyi ve diyorum kiiiii;
Yaz ayları kimse ama hiç kimse çalışmamalı. Her yer tatil olmalı. Hepimiz birer ağustos böceği olmalıyız. Yan gelip yatmalı, paşa gönüllerimiz ne isterse ama ne dilerse öyle yaşamalıyız.
Bak yine aynı noktaya geliyorum. Duyun beni eeyyy insanoğlulları. Size diyorum. Açın kulaklarınızı. Harekete geçelim zira yanlış EVRİLİYORUZ!!
Demedi demeyin....

8 Tem 2011

Bebeleri Denize İşetmeyin!! Göz Zevkimizi Bozmayın! Edepsiz İnsanlar Yetiştirmeyin! Lütfen yani...

Dün akşam, ablamın oğlu ufaklık ve artık eşşek kadar adam olan,  abimin oğlu ufaklık ile yemeğe çıktık. Önce Kuruçeşme parkına gittik. Ördek peşinden koştuk. Kuşları besledik. Parklardaki jimnastik aletlerini inceledik. Sonra da Arnavutköy'e kadar yürüyüş yaptık ve balık, üstüne de dondurma yedik. Balık tutanları izledik ve hatta onlarla birlikte balık bile tuttuk.
Ufak olan ufaklık 5,5, eşşek kadar olan ufaklık ise 17 yaşında.
Arnavutköy'e yürümeye başlamadan önce azıcık nefeslenelim diye denizin dibindeki banklardan birine oturduk ve gemileri saymaya başladık. Hemen yanımızdaki bankta ise ufak bir erkek çocuğu ile ya anneannesi ya da babaannesi oturuyorlardı. Ufaklıklar kesişti ama kaynaşmadılar. Bir anda anneanne ya da babaanne  veledi kaptığı gibi denizin dibine doğru gitti. Koşturur gibi de değillerdi hani. Koca insan, o minik insanın donunu bir anda indirdi  ve denizi seyreden bir sürü insanın önünde veledi denize işetti!!! Biz "yuh! artık, bu kadar da değil yani" diye diye izledik. Minik insan çüydürüverdi gözlerimizin önünde denize. Yanındaki koca insan da güle oynaya, pipisini gururla sallaya sallaya kucakladığı gibi banka geri getirdi bebesini!!
Yani anacım çocuklu insanların oraya buraya çiş yapmak durumunda kaldığını biliyorum da böyle bir yerde de olmaz. Olmamalı diye düşünüyorum. Bizim 5,5'luk  ufaklık bile "ama denizee yazıııkkk, çişlendii" dedi. Varın gerisini siz düşünün!!!
Hemen arkamızda ama gerçek anlamda toplam 20 adım arkamızda tuvalet vardı oysaki. 1TL para vermemek için miydi hepsi yoksa 20 adım atmamak için mi? Belki de gerek bile duymadı....
Dediğim gibi bebeler olur olmadık yerlerde "ççiiiiişiiiiimmmmmmmm" diye tutturabiliyor. Sokakta, kenarda köşede çiş yaptırmak durumunda kalabiliyor analar-babalar. Eyvallah. O kısımda sorun yok. Fakat bu hatunun olayında öyle acil bir olay yoktu. Hem arkasını dönse tuvalete gidecekti. Yeltenmedi bile...
Banka geri geldiklerinde çiş yapmak için gittikleri  yerde duran adam onların banka oturmuştu. Koca insan banktaki adama baktı baktı, sırıttı  ama adamın suratından kadının yaptığını onaylamadığı gayet net bir şekilde ortadaydı.
Heeyy analar, bree babalar, size söylüyorum büyükana ve de büyükbabalar. Ağaç yaşken eğilir lafını hiç mi duymadınız???!!

Buyrunuz bunlarda paparazzi NzN'nin kamerasına yakalananlar!



6 Tem 2011

Gıcık Oluyorum



  • ·         Tuvalet kağıdı bende bittiğinde değiştirmek durumunda kalmaya  gıcık oluyorum
  • ·         Çamaşır yıkamakta sorunum yok fakaatt kuruyan çamaşırları katlayıp, kaldırmaya gıcık oluyorum
  • ·         Bulaşık makinesine kirlileri itina ve hatta sevgi ile yerleştiririm ammaaa iş boşaltma kısmına gelince    deli oluyorum. Biri benim yerime yapsın lütfen.
  •    Tam da susamış bir halde su doldururken henüz yarım bardak bile dolmadan  damacananın boşalmasına gıcığım  hele ki evde itina ile gerekli değişimi yapacak bir koca yoksa gıcığın önde gideni bayrak sallayanıyım.