28 Nis 2010

Kablo Klipsi-İlkbahar

Biraz önce bir mail geldi. Daha önce bloglardan birinde gördüğüm ama kendisinin yaptığını düşündüğüm bir cicinin satışını duyuruyordu mail. Meğer hazır satılıyormuş :)


Evdeki kablo kirliliği bela bir durumdur benim için. Sinir olurum oralardan buralardan kablolar geçmesine. Bu benim için bir çözüm olur mu bilemiyorum ama fotoğrafa bakınca pek hoşuma gitti. Buraya koyalım da unutmayalım o zaman !





Satın almak isteyenler  için tık tık

27 Nis 2010

Dediğimi Yap, Yaptığımı Yapma!

Dün akşam bizim küçük  insanla sokaklardaydık. Çişi geldi adamın. Koşa koşa tuvalet bulduk kendimize. Neyse bitirdi işini sıra geldi elleri yıkamaya. Ben tabii bilmiş-öğreten teyze edasıyla "Güzelce yıka kuzu elleri, parmak aralarını da yıka" demeye yeltenmişken çat diye yapıştırıverdi cevabı:
"Ama sen güzel yıkayamıyosun. Bilmiyosun. Bak gördüm parmak aralarını yıkamadın".
Hönk!!
Hemen kurtardım tabii karizmayı. Ya da denedim diyelim. "Nasıl bilmiyormuşum. Kim öğretti sana ellerini böyle yıkamayı?".
Cevap: "Ben öğrenmişim işte ama sen öğrenememişsin".
Tuvaletteki herkes koptu doğal olarak.

Sus bakiim bilmiş velet. Dediğimi yap, yaptığımı yapma lafını duymadın mı sen hiç! Koskoca teyzeye posta koyulur muymuş öyle umumi yerlerde! çık çık çık....

24 Nis 2010

Farkındalık

Eksik olduğunu, içinden bi şeylerin söküle söküle alındığını, gerçekten ulaşamadığını ve artık canının acıdığını hissettiğinde daha ne yaparsın? Hala diretmeli misin acaba anlatmaya, anlaşılmaya?  Şimdiye kadar 6 defa aynı konuyu anlatmayı denemiş olmana rağmen.  Bir noktadan sonra karşındakinin de buna inanması ve  seninle ortak hareket etmesi gerekmiyor mu  aynı hedefe gidebilmek için?
 Sen istemeyi bil, hayal et, şekillendir ve işle bilinçaltına, o zaman olacaktır istediklerin  derken kuantumcular diğer tarafta da Ben’lerden biri diyor ki herkes alması gerekeni alır bu dünyadan, bu fiziksellikten. Alman gerekeni de her zaman en iyi şekilde sen bilemiyorsun malesef. Aslında yine de sen biliyorsun ama bu boyuttaki sen değil sanki o. İçerlerde bi yerlerde olmayı bekleyen sen versiyonu  gibi.

Dolayısı ile bir yanım kuantum derken bu noktada çelişiyor muyum kendimle acaba demeye başlıyor diğer tarafım? Hani hepimizin içinde 3-5 tane Ben’in farklı versiyonları var ya hah! İşte onlar tek tek çıkıp fikir beyan ediyor. Aklım iyice bulanıyor o zamanda! Hepsi birden ben değil miyim sonuçta bunların? Berrak bir zihne ve hafiflemiş bir bilince ihtiyacım var sanki bu günlerde. Kendime dönmeli,  içimdekilerin hepsini tek tek dinlemeli, hepsine hesap sormalı ve hepsine de hesap vermeliyim. Karar ne çıkar bilinmez. Karar zaten fark etmez!
 Ağır geliyor bu kadar gerçeklik ara ara. Ağır gelmesi canımı acıtmıyor, aklımı karıştırıyor, hemen olsun dedirtiyor sadece. İçten içe ihtiyacım olan şeylere sanki daha bi çabuk yakınlaşmamı sağlıyor. Eskiden hayata dair en büyük anlamı barındıran olgular artık anlamsız, görevini tamamlamış, geride kalmış basamaklar gibi geliyor. Yerine farklı deneyimler koymalı. Yeni anlamlar katmalı. Bir kaç basamak birden ilerlemeli gibi bir duygu da var içimde. Henüz o kadar cesaret toplayamamışım içimde ki adlandıramıyorum ve sadece hissediyorum. Önemli olan da bu değil mi zaten. Adı Ahmet olmuş,  Zehra  olmuş, Avrupa olmuş, Afrika olmuş  kime ne! Ne fark eder? Adı olmasın, yaşı olmasın, zamanı olmasın, tadı olmasın, rengi olmasın yine bilmez misin sen hoşuna gideni? İçten içe demez misin ki işte budur! Özün bilir, tanır. İşte ben bu iki duygu arasında gidip gidip geliyorum sanki . İstiyorum ki özümün istediği, ihtiyaç duyduğu olsun. Sonra birden ego beliriveriyor sahnede. Bir hava ki sorma gitsin. Ama nasıl da kazık çakmışsa içerilerde bi yerlerde onun da dediklerini kulak ardı edemiyorum bi türlü. Ego diyor ki “daha ne anlatacaksın! Sen bunu mu hak ediyorsun? Boşversene kızım sen. Bak acıtırım canını sonra ha demedi deme!”. Sonra zihinden ayrılmış bir bilinç geliyor ve diyor ki “ senin tek ihtiyacın olan şey sevgidir bu dünyada. Gerçek sevgiyi keşfedebilirsin. O zaman bu illüzyon zaten kaybolacak. Sen içini dinle. Aklını verme egoya. Aklını bilincine sahip çıkmak için kullan sen. Sev her şeyi her zaman yaptığın gibi. Uyanık tut bilincini. O uyandıkça  farkına var sen sadece. İşte bu farkındalık seni götürecek gitmen gereken yere”.  Ego konuşurken farkına varmak istiyorum. Aklım, bilincim çelinmesin istiyorum. Diyorum ya öyle bir kök salmış ki kazımak gerekiyor. Bu kazımalardır asıl canımı acıtan diyorum. Bazen dinliyorum bazen dinlemiyorum bazen de dinleyemiyorum. İsteklerim var, hayallerim var ama ben de varım. Sen zaten her şey değil misin? Her şeyi olan insan daha ne ister o zaman ? Ego’yu fark etmek güzel bi şey. Ego’yu alt etmek ise tadından yenmez olsa gerek...

21 Nis 2010

Bisikletle Elektrik Üretilebiliyormuş!

Kopenhag'daki lüks bir otel süper bir uygulama başlatmış. Otel lobisine elektrik üretebilecek bisikletler koymuşlar. Misafirlere de demişler ki "En az 10 watlık elektrik üretin size yemek ısmarlayalım!". 10 watlık elektrik üretebilmek için de 15dk kadar pedal çevirmek  gerekiyormuş. Lobideki bu bisikletler de otelin jeneratörüne bağlıymış. Otelin hedefi : Bu şekilde otel ürettiği karbon miktarını düşürecek.

 Ben bu fikre de bayıldım tabii ki :)

Buradan hareketle hemen ben de kendimce bir fikir ürettim ve yetkililere duyuruyorum:
Taksim meydanına, hatta daha da ileri gidiyorum büyük şehirlerin önemli ve işlek merkezlerine neden böyle bisikletler koymuyorsunuz? Koyun bu bisikletleri meydanlara millet gidip gelip binsin bisikletlere ve hepimiz kendimizce katkıda bulunalım elektrik üretimine. Basalım pedallara. Hem biz millet olarak meraklıyız da bu tarz aktivitelere. Koy 2 kamera bak karşılığında yemek falan da istemeden kuyruk olur orada.

Oraya buraya lale koymakla harcanan paranın bir kısmını buna ayırsak ve pilot proje olarak uygulamaya başlasak pek şahane olmaz mı? Laleler de güzel tabii ki ama onların yerine daha uzun süreli yaşayabilecek çiçekler de ekilebilir şu aşamada. İleride yediğimiz önümüzde, yemediğimiz geri dönüşümdeyken her yere ekeriz o laleleri söz!!

Ayrıca parklara koydukları spor aletlerine de ilgi gitgide artıyor. Buradaki spor aletlerine de uygulanamaz mı böyle bi şey ?? Burada toplanan elektrik mahalle muhtarlıklarına yönlendirilebilir mesela.
 Olamaz mı?

20 Nis 2010

Öylesine

Hava gri diye midir bilmem ama bende de var bir grilik bugün. Hiç sebepsiz yere aklınıza takılır mı sizin de anlamsız sorular? Yargılar mısınız önce kendinizi ve sonra diğerlerini? Ya da diğerlerini yargılayıp kendinizi aklar mısınız? Kim ki bu diğerleri? Bi şey canımı acıtıyor ama nedir bilinmez. Aslında bu can acısı mıdır o da bilinmez. Pek bana ait bir duygu değil ki bileyim detayını...


Engeller mi bi şeyler nefesinizi? Sevgi ihtiyacı büyür mü içinizde? Şefkat aşermez misiniz? Sizi bilmem ama ben tam da bu moddayım. İçimde birileri birilerini yargılıyor. Yargısız infaz olmasın diye sadece! Laf ola beri gele yani. Yargılama devam ederken sonsuz sevgi ihtiyacı var içimde. Biri sarılsın bana saf sevgiyle, alsın göğsüne yatırsın beni hiç bir şey sormadan saatlerce sevsin. Saçlarımı sevsin, kolumu sevsin, sırtımı sıvazlasın, en güzel kelimeler neyse artık onları bulsun.İşlesin o kelimeler içime, titreşsin içerde bi yerlerde. Güzellikleri çağırsın içime. Çiçekler açsın, bandolar çalsın, vur patlasın-çal oynasın bir parti başlatsın oralarda bi yerlerde...
Çeksin çıkarsın içimdekini de atsın kara deliklere...

19 Nis 2010

Bekleme(me)k


İstediklerin olmadı, olmuyor. O, onlar, biz, bizimkiler, beriki, öteki ve hatta bütün mahhallenin suçu var di mi? Yok anam öyle değil o işler. Elim sende oynar gibi at topu başkasına arkana bakmadan kaç . Fersah fersah öteden dön bak sonra gol mü değil mi diye? Bir de istersin ki 90’dan gol olsun. Beklemeyeceksin. Neyi beklemeyeceksin? Aslına bakarsan hiç bir fikrim yok. Ama sallaması bedeva.

Buyur:
Hiç kimseden hiçbir şey beklemeyeceksin. Oysa o paşa gönlün neler neler beklemek istiyor di mi? Pışpışlanasın var daimi olarak. İçten içe ego seni dürter, besle beni, şişir beni, sev beni , okşa beni, öptür beni , gezdir beni der durur. Zihin desen zaten durmadan çalışır seni gaza getirsin diye... Bilmezmiyim hiç. Nasıl da tatlıdır öyle güzel güzel beklemek. Hele ki beklentilerin gerçekleşirse havan olur 1500. “ Ben var ya ben ne biçim hatunum ha! Neler yapıyorlar benim için”, “ Olum ben öyle bi adamım ki!”, “ Gak desem yapar, guk desem uçar, düşün gerisini sen”, “Ağzımın içine bakar”, “ Bir dediğimi iki etmez, başının tacıyım ben” bu laflar kimin? Senin, benim, onun, ötekinin, berikinin kısacası bütün mahallenin. Hale, Lale ve Jale de dahil evet.
Şişirdin kendini, şişirdiler seni beni yıllarca. Seni başının tacı eden adam bi gün sıkılıverir seni memnun etmekten ya da dibinden ayrılmayan ablalar pof! diye yok oluverirler bir gün ya da hani olur ya anan baban senin istediğin şeyi, senin istediğin şekilde yapmazlar hah işte o zaman küt! diye oturuverirsin o güzel poponun üstüne . Demek ki neymiş? Beklemeyeceksin, beklentiye girmeyeceksin. Kimseye yüklemeyeceksin isteklerini ve hayallerini. Kendin becerebiliyorsan onları tek tek gerçekleştirmeyi ne ala! Hiç durma devam et. Fakat kendinden başka hiç kimseye yükleme hiç bir şeyi hayatında. Acır canın. Kimse bilerek acıtmaz belki ama beklersen durmaksızın, yüklersen istekleri başkasına fena düşersin o totonun üstüne.
Benim için onu yapsa, benim için bunu böyle yapsa, beni uçursa, beni kaçırsa, tam da şimdi şurada beni öpse, ahh ahh bu filmdeki gibi elinde biletle bir anda çıkıverse karşıma, bir akşam iş çıkışı kapımda belirse, kaçırsa beni ve götürse şehir dışında minik bir otele, başbaşa geçirsek haftasonunu, saçlarını sola mı taradın sen bugün dese, tırnaklarını farklı mı törpüledin dese, bik bik-cıvık cıvık iç içe yaşasak, bunu benim için annem halletmiş olsa, şimdi eve gitsem ohh yemekler hazırlanmış olsa, babam bana en son model araba alsa doğum günümde, kanka benim için de şu bilet işini halletse, se se se... Bunlar olmadı mı ne oluyor cicim? Küt! Pat! Dan! Çat! Çatur! Çutur kafa göz yara yara yuvarlanmıyor musun? Dedik sana beklememeyi öğret bünyene. Çıksın hayatından birilerinden bi şeyler beklemek. Bak o zaman ne sargı bezine ihtiyacın kalır ne de ilkyardım setine...

Gitmeden bir de dibine not ekleyeyim: Kelin ilacı olsa önce kendine sürse!!

16 Nis 2010

Bastıkça Aydınlanan Kaldırımlar

Yürürken hepimiz çevremizi aydınlatmaya yetecek kadar enerji üretiyoruz. Bakın buradan yola çıkaran Fransa’nın Toulouse kentinde nasıl bir deneye imza atılıyor:

Kaldırıma 65x65cm boyutlarındaki pleksiglas tabakalar döşenmiş. Yayalar bastıklarında plakalar 1 cm kayıyor. Bu kayma hareketi ve adım atılırken ortaya çıkan minik sarsıntılar, jeneratör tarafından elektrik enerjisine çevriliyor, bu enerji de aydınlatmada kullanılıyor !!

Şirket; bu sistemi havalimanları, garlar ve ticaret merkezleri gibi kalabalık yerlerde öncelikle kurmayı tasarlıyormuş.Güzeelll :)




15 Nis 2010

Dünyanın Yok Olmasına Dur Diyebiliyoruz Aslında!

Bazıları kıtır kıtır kemirirken dünyayı bazıları da harıl harıl çalışıyor kurtarmak için.

Güzel çalışmalar yapılıyor. Neden bangır bangır duyurulmuyor peki bunlar? Göstersenize bugünün koşullarında neler yapılabileceğini. Öğretsene herkese bu işin olurunu. Bazılarının işine çomak mı sokmak oluyor yoksa ?? Buyurun çomakla dürtüyorum birilerinin yuvasını.

• Güneş enerjisi ile çalışan 85 tonluk katamaran yapıldı. Türanor. Hedef: Dünyaya güneş enerjisinin gücünü göstermek. Önümüzdeki yıl bu amaçla dünya turuna çıkacak .

• 1 litre kızartma yağının 1 milyon litre içme suyunu kirlettiğini artık hepimiz biliyoruz sanırım. Amerikalı bilim adamları atık yağları kullanarak kokmayan, yanmayan bir malzeme üretmişler. Bu malzemeden de çatı izolasyonu da yapıyorlar. 3 yıl içinde satışa çıkıyor. İzolasyonun da gereksiz yakıt tüketimini engellediğini düşünürsek 1 taş ile 2 kuş!

• Sarıyer Belediyesi de sınırları içindeki tüm lokantalar ve yemek fabrikalarından toplanacak bitkisel atık yağların ekonomiye tekrar kazandırılması için bir protokol imzaladı. Hedef: 2010 yılı içinde 180 ton bitkisel atık yağ toplanması.

• 12.500 tane plastik şişeden yapılan katamaran 20 Mart’ta denize açıldı.İşi biten plastik şişeler kullanılmaya devam ediyor!

• Michigan Üniversitesi'nden araştırmacılar havadaki titreşimleri enerjiye dönüştürebilen jeneratörler geliştirdiler. Köprüdeki trafikten, fabrikada çalışan makinelerden ya da yalnızca kollarınızı salladağınızdaki titreşimleri alıp enerjiye çeviren bu aygıtlar, yakın bir zamanda arabaları ya da motorsiklektlerimizi çalıştırmayacak ama saatlerimiz, kablosuz alıcılarımız için enerji sağlayabilecekler.

• Londra'da ilk kez bir gökdelenin cephesinde rüzgar türbinleri kullanıldı. 148 metre uzunluğundaki bina bu sayede ihtiyacı olan elektriğin %8'ini kendi üretebiliyor. Bizde de gökdelen kılıklı binalar yapılıp duruyor. Neden bu tarz uygulamalar denenmiyor acaba??

• Antalya’da Güneşev’in temelleri atıldı. Enerjisini güneşten, su ihtiyacını da yağmur suyundan karşılayacak olan ev bir pilot proje olarak hayata geçti. Hedef: Muhtar evlerinin çatılarının da güneş enerjisi panelleri ile döşenmesi.

14 Nis 2010

Yaşlılık Dokunma Anneme-Babama!

Haftasonu geldi geçti. Beraberinde sınavı da getirdi ve yine sınavı da götürdü. Bizim küçük hanım da şımarıklık hakkını sonuna kadar kullanarak “allahım üstümden kamyon mu geçti ne?” dedirtti bana. Güzel geçsin sınavı da varsın 2 günlüğüne canımı okusun diyerek kapattım çenemi ve emrine amade bekledim dibinde bütün haftasonu :). Umarım sonuçlar da güzel olur ve bu yılın sonunda veledi üniversitede görürüz.


Öyle ya da böyle iyi geldi aile ile birlikte olmak. İstanbul’da sadece ablam var benim. Geri kalan aile fertleri uzaktalar. Dolayısı ile böyle kısıtlı zamanlarda bir araya gelmelerin tadı da bir güzel oluyor. Gerçi eskiden daha da güzeldi. Artık anne ve babamın hayatlarında farklı gerçekler var: hastalıklar var! Allahtan ciddi rahatsızlıklarla uğraşmıyoruz ama eskiden gördüğüm dağ gibi, gözlerinin içi taa kalbine kadar gülen, elinden sazı, ağzından sözü eksik olmayan babam artık yok malesef. Devlet gibi her daim dimdik, ıksırmayan, tıksırmayan, şen kahkahalı , bol mezeli sofraların sahibi annem de yok artık. İkisinin yerine de farklı karakterler geldi oturdu. Yine de gülüyorlar, inadına mutlular. Ohh sefanız olsun. Gülün bol bol!

Yaşlanmak sen nasıl bi şeysin böyle ? Hayatımızdan yaşları alırken neden aldığın yaşın yerine “sadece” güzellikler vermek yerine bir de hastalık veriyorsun ki? Edepsizsin işte! Arsızsın ayrıca. Dokunma anama babama diye bağırmak istiyorum. Hep genç, hep dinç, hep sağlıklı kalsınlar, hep hatırladığım sağlam ağaçlar olsunlar istiyorum.

Farkındayım artık yaslanacak ağaç olma sırası bizde. Bunca yıl “anneee imdaaatt”, baba yaa şuna baksana”, “ annem elektrikçi gelecek hadi bu haftasonu gel de ustaların başında dur”, “ baba şu adamlarla sen muhatap olsana lütfen” demeler bitti. Koşma, gitme, dinleme, sorun çözme sırası bizde. Hayat böyle diyorum içten içe. Bunun da güzellikleri olmalı diyorum ve inanın bana arıyorum ve buluyorum güzellikleri satır aralarında ama içimde bi şeyler cız ediyor yine de. Varsın bu da olsun. Yeterki gözlerindeki ışığa dokunma. Biz hepsinin üstesinden gelir, ezilmeyiz altında. Ama dokunma, alma o ışığı onlardan. En güzel yaşları hayatın tadını çıkarmak için. En tatlısını hak ediyorlar, en ballısını yemeleri gerekiyor artık onların. Uzak dur ailemden hastalık! Elleme, sarsma onları, korkutma, huzursuz etme, bu kadarla kalsın bence, yeter.

İşte böyle şeyler geçti bütün haftasonu aklımdan. Yaşlanıyorlar, görüyorum. Biliyorum doğal olanı bu ve tek dileğim güzellikler kuşatsın her bi yerlerini, mutluluk kucaklasın hayatlarını ve gülücükler gelsin konsun ton ton gözlerine ve hep orada kalsınlar...



8 Nis 2010

Gerginlik var Stres var Çünkü YGS var!

Abimin yavrusu olarak dünyaya gelen mini minnacık velet, annelerimizin yıllardır demelere doyamadığını doğrularcasına göz açıp kapayıncaya kadar oldu mu sana kocaman bir genç kız. Genç kız olmak yetmedi bizim küçük hanıma kalktı bir de üniversite sınavına giriyorum ben bu sene dedi. Tam da 30 olduğum yıla denk geldi ya neyse! “Tam 90’dan çaktım golü” diyor bi de utanmadan. Yemem ben bu numaraları! Hala 30 gelmiş hoş gelmiş diye zıplaya zıplaya dolanıyorum etrafta. Neyse sorun benim yaşım değil zaten. Bu minik hanım bu pazar üniversite sınava giriyor. O giriyor ama maaile stres halindeyiz. Küçük hanımın stress kaynağı YGS, ailenin stress kaynağı miniği bu stressten nasıl çıkartırız sorusu??
 Bizim ailede daha önce bu bela sınava giren hiç kimse böyle stress, gerginlik, sinir hali, genel bir mutsuzluk, uyuz bir hayat duruşu ve tedirginlik yaşamadı. Accık ucundan heyecan yaşamışızdır hepsi o. Misal ben güle- oynaya, zıplaya- hoplaya girmiştim sınava hatırlarım. Bizim minik öyle değil. Yavrucak atamıyor gerginliği üstünden. Ne yapacağımızı şaşırmış durumdayız. Deneme sınavlarında gayet başarılı sonuçlar almasına rağmen bu “gerçek” sınav birkaç numara büyük geldi bizim yavrunun melek kalbine. Kendisi birazcık sanatçı ruhludur da! Varsa yoksa boyasın, takı yapsın, resim yapsın, yazı yazsın, fotoğraf çeksin...

Şimdi sen böyle bir tipi alıpta oturtursan 160 dk matematik, fen, geometri canavarının karşısına bu yavru tırsmasında ne yapsın? Elindeki takıları mı atsın matematiğin üstüne yoksa boya fırçalarıyla üçgenlerin iç açılarını mı boyasın? Yer mi YÖK denen Gargamel bunu! Yemiyor malesef. Öyle ya da böyle bu sınavı yapacaksın diyor. Otur günlerce hatta aylarca ezberle bütün soruları umrumda olmaz, ben sonuca bakarım diyor da başka da bir şey demiyor. Dedim ki özel izin alsak ben de sınava girsem yavruyla. Wallaha gözlerimi de kapatırım, ellerimi de bağlarım hatta düşük çenemi bile kapatabilirsiniz dedim. Yeter ki yanında oturayım, bilsin ki yanındayım hiiiç bir şeycik yapamaz bu canavarlar ona kapı gibi ailesi varken yanında. Ben yerim o canavarları ha!! Çocukken olduğu gibi arada saçlarını severim ( ama o zaman da uyur hemen), sırtını kaşırım, kış kış cinler kış kış, yallah cinler yallah yaparım. O da o arada paşa paşa çözer soruları, çıkar gideriz ardımıza bakmadan o salondan. Yoook dediler. Yavrular arenaya tek gelecek dediler. El mahkum, sustum. Ben sustum da içimdeki ben isyanlarda. Bilemiyorum ne yapacağımı. Bu yavrunun üstündeki gerginliği almam lazım omuzlarından. Yarın akşam atlıyorum otobüse gidiyorum yanına. Cuma akşamı yavruyu bir güzel güldürmek üstüne planlarımız var. Katıla katıla gülsün de atsın accık o stresi. Cumartesi de açık havada yürüyüş, ormanda nefis kahvaltı, bi kaç şımartma hediyesi falan filan var aklımızda. Cumartesi gecesi nasıl uyku faslına geçeriz o kısım büyük bir soru işareti hala! Pazar sabahı da süper yavşak ( pek afedersiniz ama ciddiye alamam bu YGS belasını) bir modda göndermek istiyorum onu arenaya ki olayın aslında hiiç ciddiye alınmaması gereken bir şey olduğunu farketsin. O yapması gerekeni yaptı. Gerçekten çalıştı, özel ders aldı, dersaneye gitti, evde test çözdü, 1 haftadır da raporlu halde deli gibi derslere adadı kendini. El insaf be! Daha ne bekliyorsunuz bu mini minnacık bedenden?!

Görev büyük anlayacağınız. Bakalım bu haftasonu nasıl geçecek, neler getirecek, neler götürmemesi için savaşmak durumunda kalacağız...

7 Nis 2010

Bakırköy'de Plastik Poşetler Yasaklandı!

Bakırköy Belediye’si ile ilgili güzel bir haberle başladım güne.

Bakırköy’de plastik poşet kullanımı Bakırköy Belediye Meclisi kararı ile yasaklanmış. Karara uymayanlar hakkında 2872 sayılı Çevre Kanunu ile 5326 sayılı Kabahatlar Kanunu hükümleri uyarınca ceza uygulanacağı da ayrıca vurgulanmış. Plastik poşet yerine file, bez torba ve kese kağıdı kullanımı zorunlu hale getirilmiş.

Poşetin zorunlu olduğu yerlerde de dönüşebilir oxo biyobozunur poşet kullanılması kararı alındığını aktaran Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen, market ve iş yerlerinin mevcut stoklarında bulunan taşıma amaçlı plastik poşetlerin, 1 Ağustosa kadar tüketilmesi gerektiğinin de ayrıca altını çizmiş.

Ben şapka çıkartıp, kocaman kocaman alkışlıyorum Bakırköy Belediyesini. Tabii bunun takibinin de sıkı bir şekilde yapılması gerekiyor ki bir anlamı olsun. Yoksa “koydum ben yasağı buyurun alan alsın” diyerek kenara çekilirseniz bir anlamı olmayacaktır sevgili Belediye Meclisi. Bu ilgiyi bekliyoruz sizden, buradan duyurmuş olalım, sonra demedi demeyin.

Anlamadığım bir şey var burada. Bir Belediye Mecli’si bunu uygulayabiliyorsa neden hepsi birden uygulamasın ki?? Yani neden tüm şehirde hatta tüm ülkede böyle bir karar alınıp, uygulanmıyor ki? Nasıl ki bir anda sigara yasağı geldi ve hayatımızın ortasına çat! diye oturdu bence aynı şekilde plastik poşet yasağı da bu şekilde girebilir hayatlarımıza. Ne kadar da şahane olur. Bizim milletimize güzel güzel anlatmakla pek olacak işler değil bunlar bence. Kızmayın hemen canım, haksız değilim. Buna bayıla bayıla, elinde bayrak koşarak gidecek insan sayısı pek limitlidir, kabul edelim. Bazen tepeden inme yapacaksın bir takım işleri. Yasak diyeceksin, ciddi para yasakları koyacaksın. Yasağı ilk uygulamaya başlayan jenerasyon küfredecek, söylenecek ama onların yetiştirdiği çocuklar bunları görerek büyüyeceği için onlar yasaktan korktukları için değil artık hayatlarının doğalı bu olduğu için uygulamaya başlayacaklar ve düzen değişmiş olacak. Bu kanıtlanmış bir yöntemdir. Bana göre de bu işin oluru budur arkadaşım! Yoksa gideni geri getiremezsin. Bu dünya da sizin küstahlığınıza daha fazla tahammül edemez. “Hep bana hep bana” nereye kadar??

6 Nis 2010

Cam Şişelerden Kilise Olur mu? Bal Gibi de Olur...

Öpmek istiyorum seni Virginia Wright Frierson ...
Tasarımcı Virginia Wright Frierson, tamamen atık cam şişe ve metal kullanarak açık hava kilisesi yapmış. Bence gayet başarılı bir sanatsal yaklaşım olmuş. Geridönüşümü daha "güzel" bir şekilde ortaya koyabilen varsa beri gelsin. Umarım beri gelenler de bol olsun...

Bu aralar benim evde de soda şişeleri, tuvalet kağıdı ve kağıt havluların karton atıkları ayrı bir poşette toplanıyor. Soda şişeleri zaten cam çöpüne gidiyordu ama şimdi minik insanların sanatçı ellerine gitmek için ayrı bir köşede bekliyorlar.

Şöyleki: Bizim minik insanın, yeğenimin okulunda bir proje başlatmışlar. Çocuklar hem geridönüşümü öğreniyor hem de farklı sanatsal yaklaşımları deniyor, vizyon sahibi oluyorlar. Bütün aileler soda şişelerini toplayıp okula götürüyorlar. Yılsonunda da öğrenciler bunlardan yeniyıl ağacı ve yeniyıl süsleri yapacaklar. Tuvalet kağıdı ve kağıt  havluların karton rulolarını da elişi dersinde kullanıyor, gayet başarılı eserler yapıyorlar bunlardan. Bu yaşta bunu alışkanlık olarak oturtan minik bünye ilerde unutur mu bunu?!! Tabii ki hayır...                                         

                                           The Minnie Evans Bottle Kilisesi

3 Nis 2010

Terrarium / Teraryum

Sonunda bütün malzemelerimi tamamladım ve koşa koşa gidip böceğimi bitirdim...
Uzun zamandır farklı bloglarda görüyordum bu cici şeyleri. Çiçek -böcek seven biri olarak hemen bi tane denemem gerekiyordu. En zor kısmı yosun bulmak oldu. Şehrin göbeğinde oturunca öyle kolay olmuyormuş yosun bulmak. Süsleri için de gidip alışveriş yapmayı bekleyemediğim, bahçeden bulduklarımı ve evdekileri birleştirdim ve sonunda bunlar çıktı ortaya :)

Bu 2 sevimli böceği yaşatmayı becerebilirsem hayallerim büyük:). Çiçekli olanlarını deneyeceğim ilerde.
Aslında  yılan, bukalemun gibi  hayvanları bakmak için kullanılıyormuş genelde. Bence böylesi daha cicii. İsteyen içine 2 tane yılan da atabilir tabii.

Teraryum'un ne olduğunu bilmeyenler ve öğrenmek isteyenler buradan yaksın lütfen:  tık 1, tık 2, tık 3.

p.s. benimkinde kömür yok. Kömür fazla suyu ve kokuyu alması için pek faydalıymış okuduğuma göre. Ben onun yerine en alta çakıllardan önce bir parça yosun koydum. Bir yerlerde bunun da faydası olduğunu okudum. Farklı teknikleri birleştirerek buralara kadar geldim anlayacağınız :)




2 Nis 2010

Biletix'in Hizmet Anlayışı

Salı günü Biletix’ten Akbant Sanat’ta uzun zamandır görmek istediğim bir oyun için bilet aldım. Hatta arkadaşım, ben ve babası birlikte gitmek üzere plan yaptık. Hepimiz adına da bileti ben aldım. Son dakika gelişmeleri ile birlikte ablamın doğum gününün bir gün önce ve şehirdışı diyebileceğimiz bir yerlerde kutlanacağı belli oldu.

Durum böyle olunca ben Cumartesi günü oyuna gidemiyorum. Aradım Biletix’i ve durumu anlattım. Paramı iade edin demedim tabii ki . Fakat “aynı mekanda bir sonraki hafta kullanmak için biletimin tarihini değiştirseniz, mümkün müdür acaba?” deme gafletinde bulundum. Uykudan uyandırdığım çok belli bir sesle telefona çıkan delikanlı bir şeyler mırıldandı ve kapattı telefonu. Herhangi bir değişiklik, iade vs . yapamıyorlar...

Bu devirde hala böyle bir hizmet nasıl olamıyor anlamıyorum ben bunu. Hadi oyuna 1 haftadan az bir süre kaldığı için iade yapmıyorsunuz, eyvallah o kısmı anladım. Yapmayın zaten. Bizim milletimiz henüz bu uygar yaklaşımlara hazır değil. Alır alır biletleri sonra son dakika golü ile iptal eder, koltuklar boş kalır sonunda... (Bunu da gayet güzel başaran oda tiyatroları var ya neyse onların derdi para değil, sanat çünkü...) En azından aynı oyunda tarih değişikliğine izin ver kardeşim. Kocaman kocaman şehirlerde kocaman kocaman hayatlar yaşıyoruz. Her dakika bir plan program değişikliği olabiliyor, son anda iş çıkabiliyor. Önceden bilet almazsan yer bulamazsın. Benim gibi temposu, programı önceden belirlenemeyen biriysen de son anda bilet bulamazsın.

Hadi buna da tamam dedim. Son bir atakla “O zaman biletleri arkadaşlarımın olduğu yere ulaştırın lütfen, oyun günü gişeden alırız diye program yapmıştık fakat ben yokum, dolayısıyla onlar da benim kartım olmadan alamazlar oradan bileti” dedim. Kesinlikle yapamazlarmış efendim. Benim kartım olduğu için sadece ben alabilirmişim. Hayat kolaylaştırmak ya da çözüm bulmak adına sizin herhangi bir tavsiyeniz var mı peki dedim. “Yok malesef” dedi. En azından kendini farkında. Peki ben ne yapmalıyım şimdi? Kart bende, biletleri , benden başkasına göndermiyorlar, ben Cumartesi gidemiyorum, para iadesi yapmıyorlar. Kalakaldım!

Hiç bir iş yapmadan bilet fiyatlarının üstüne 2 TL hizmet bedeli ekleyip oturdukları yerden para kazanıyorlar ve hizmet ihtiyacı doğduğu zaman ortada yoklar. Ne güzel ya ben de al-sat yapıp para kazansam ne şahane olur. Bu devirde müşteri memnuniyeti, tüketici hakkı denen şeyler var. Firmalar şaşırıyor artık müşteri için neler yapacaklarını. Biletix’te tık yok! Haksız mıyım? Ben mi abartıyorum? Artık bu devirde ve bu tempoda hayatımızı kolaylaştırmaya, bizleri daha rahat ettirmeye çalışması gerekmiyor mu hizmet sektörünün?

p.s. şikayet maili göndermeyi deniyorum bakalım ne olacak.

1 Nis 2010

Bu Defa Sevdim Turkcell'i

Genelde sinir etmeyi başarır Turkcell beni. İşletme politikaları “para, para, para” mantığı üstüne kurulmuş ve müşteri ilişkileri çoğu yerde eksik kalmış bence. Bakmayın şimdi şimdi toparlamaya çalışıyor kendini. Rekabetin sopasını görünce nereye koşacağını şaşırdı. Abartıp gitti zikir tadında bir jingle yaptı reklam filmlerine!! Sonradan farketti bence gidip yeni bir versiyon ile yumuşattı olayı..


Neyse benim bu seferki konum Turkcell’i yerden yere vurmak değil tam tersi takdir etmek, öpmek, koklamak.

Dün süper bir hizmetinden ilk defa faydalandım ve bayıldımmm. Cep telefonu elim ayağım olmuş resmen. Dün sabah evden çıkarken farkettim aslında telefonun şarj edilmesi gerektiğini ama nasılsa ofiste var bir sarj diyerek çıktım. Ofise gelince işin rengi değişti. Yedek şarjım ofiste değilmiş ki! Tembel insan! Sen ne diye almıyorsun ki evden çıkarken şarj aletini!

Bütün gün telefon kapalı oturdum ofiste. İyi de oldu aslında ohh. Arada bile isteye yapmak lazım böyle şeyler. Akşam programım olunca insanlarla buluşabilmek adına bi şekilde bu sorunu çözmek gerekti. Arkadaşım “git 15dk da sarj ediver pilini” diyerek City’s Şengüller’in linkini gönderdi. Fark ettim bunu düşünemedim diye bi güzel de kınadı beni. Teknolojinin faydalarını hayatına alamamış insan!
 Koşa koşa gittim, 15 dk.'da da şarj ettim pilimi. Ay nefis! Kedi olalı fare tutmayı becerdi bizimki. Aferin sana kız Turkcell!!

Uzuun yıllardan sonra ilk defa canım Turkcell dedim, öptüm , kokladım, güldüm, oynadım, çıktım dükkandan elimde full şarj bir telefon ile. Sizin de hayatınıza benim gibi yer etmemişse bu hizmet hemen yazıverin bi köşesine. Ciddi ciddi hayat kurtarıyor yeri gelince.

Gözümün kenarına dokunmayı becerdin Turkcell’cim . Havaya girme hemen farkındaysan gözüme girdin demedim henüz!