31 May 2010

Ruhum Beslendi

Bugün yüzümde ayrı bir ışık, vücudumda nefis bir enerji, sesimde de güzel bir müzik var. Haftasonu  o kadar güzeldi ki hiç bitsin istemedim. Cuma akşamı 19:00 gibi Edirne'ye varabildik. İşleri bitirip erken bir saatte İstanbul'dan kaçamadığımız için harika cuma trafiğine takıldık pek tabii. Neyse tatile gidiliyor olduğu için o harika cuma trafiği bize hiiç dokunmadı :) Cuma akşamı Sarayiçi'nde Ağa Köşkü Restaurant'ta buluştuk aileyle. Daha önce de söylediğim gibi masaya ilk gelen Trakya Serisi oldu ... Yanına da gelsin köfteler gitsin pirzolalar. Ağa Köşkü'nün yeri pek güzel. Orman içinde bir yer. Mezeler öyle pek matah değildi ama etleri pek başarılıydı. Bilginiz olsun. 2'ye kadar bol içki, bol kahkadan sonra sallana yuvarlana attık kendimizi yatağa...Cumartesi sabahı erkenden bütün aile kahvaltı masasında buluştu. Kızarmış ekmekler, tazecik köy yumurtaları, mis gibi maydonoz, yeşil mi yeşil roka, domates gibi kokan domates ve çıtır çıtır kol börekleri ile tıkabasa dolan midelerimizi ellerimiz ile destekleyerek kaldırabildik o masadan. Kahvaltı sonrası keyif kahveleri nehir kenarında, keyif kahvesi üstü keyif çayları ise çiftlikte içildi. Çiftlik nasıl güzeldi... Her yer yemyeşil olmuş. 2 tane ördek eklenmiş hayvanlar alemine. Tüm gün boyunca insanın ayaklarının çimlere değerek oturması hatta direkt çimlerin üstüne yatabilmesi ne şahane bi şeymiş öyle. Neredeyse unutmak üzereymişim bu duyguyu. İyi oldu bilgilerimizi tazeledik! Hayatımda ilk defa o filmlerde gördüğümüz çim biçme makinelerini bile kullandım. Öyle artistik bir hareket gibi durduğuna bakmayın ciddi enerji harcanan bir işmiş. İstanbul bana göre dünyanın en güzel şehirlerinden biridir. Bu güzelin kusuru da hayatın zor olması...
Neyse cumartesi tüm gün yine orman içinde kah top oynayarak, kah anneyle çay keyfi yaparak, kah bahçeden bakla toplayarak, kah kiraza dalarak geçti. Akşam yine mangal, yine Trakya Serisi... Bütün aile bir arada olunca babamın gözleri ayrı bir güzel güldü, annem şarabını bir başka kaldırdı havaya, ailenin minikleri bir ayrı sıçradı bütün gece etrafta, genç tayfa ise o açık havada, o güzel sohbetle rakıya doyamadı....
Eskiden büyük şişeleri tek başına gururla deviren babam 3 dubleden sonra "Bane yeter bu kadar" diyerek minik kalbimi olduğu yerde bi titretti. Yaşlanıyorlar farkındayım. Hayatın doğal akışının bu olduğunu, güzel bir hayat yaşadıklarını, onların için artık bu hayatteki en değerli besinin torun torba olduğunu, onların da bundan gayet memnun olduğunu pek net görsem de keşke hayatımızda bir kumandamız olsa da arada bir pause tuşuna basabilsek diye de geçirmeden edemedim ... Hep oldukları gibi neşe küpü, enerji topu şeklinde kalsınlar hayatımızda...Benim de Noel Baba'dan ve de perilerden dileğim budur!!
Biliyorum hayat bu. Biliyorum bunun da güzelliği ayrı. Biliyorum kabullenmeli. Biliyorum, biliyorum, rum, rum, rum...
Neyse ben haftasonumun özetine döneyim, yoksa zırıldayıveririm buralarda :)
Pazar sabahı bu sefer bahçede yapılan nefis kahvaltı sonrası 1 saat boyunca masadan kıpırdayacak halim yoktu. Benim standart hayatımdaki zavallı bünyem alışık değil tabii ki böyle  beslenmeye. Zavallı nasıl baş edeceğini şaşırdı o kadar yemekle! 2 gün boyunca gece 2'ye kadar içilen rakılardan da ayrı bir eforla temizleme çabasındaydı damarlardaki kanı ...
Öğleden sonra genç tayfa evinin yolunu tutmaya hazırlanırken anne-baba takımını bir telaş alıverdi. Neden mi? Çantamdan çıkanlar sanırım anlatır nedenini:
Taze sarımsak, taze soğan, maydonoz, roka, erik, kiraz ve taze nane.
Nereden mi?
Tabii ki annenin bahçesinden, en tatlısından, en ballısından....

Beslendi ruhum, fullendi enerji depom. Hazırım hamster tempoma geri dönmeye. Gardımı aldım. Hazırım. Saldırabilirsin İstanbul....

Güzel bir not: İstanbul'a dönerken yolda ablamın ısrarları ile durup katırtırnağı topladık. Bundan böyle yolda her katırtırnağı gördüğün yerde durulacak ve kocaman demetler halinde toplanacak NzN Hanım!!! Evime yaz geldi bu çiçeklerle. O kadar güzel kokuyor, insanı o kadar mutlu ediyor ki içinde kuşlar uçuşup, kelebekler kanat çırpıyor bir anda haberiniz olsun. Gördüğünüz yerde üşenmeyin. Durun ve toplayın :)

30 May 2010

Turkcell'den de 118'den de....

.... fenalık geldi fe-na-lık!!! 118 reklamları baydı. Baydığı gibi dilime de bir dolandı ki sormayın. Bu da ekstra bir uyuz olma sebebi. Turkcell bundan da beter. Bu kadar çok reklama gerek var mı sizce de ? Anladık tamam en çok para sende var. Yaptın gövde gösterisini. Ama bence artık antipatik oldun. Sevimsiz bir durum yarattın. Madem reklama bu kadar ayıracak paran var neden o paraları bize hizmet olarak kullanmıyorsun pek "sevgili" Turkcell?! Gold Paket, Super Gold Paket, Ekonomik Paket , Bomba Paket, Dinamit Paket, vs. diye promosyon paketler hazırla, sonra da bizi bir güzel kazıkla. Özür dilerim sevgili Turkcell ama bence yeter!! Düzenli televizyon seyretmememe rağmen sı-kıl-dım!! Sıkılmanın ötesinde sinirleniyorum artık. O jingle'ı da duymak istemiyorum. Kendi filmini çeken tüketiciyi de. Turkcell'in çekim gücü dırı dıtt! Iykk. Boşver reklama para harcamayı  sen o paraları bize indirim olarak uygula o zaman seni daha çok sevebilirim....

28 May 2010

Gidiyorum...

Birazdan - yani öğleden sonra- çantamı alıyorum ve gidiyoruummm....
Edirne yolları taştan....
Mangal yakılacak. Rakılar açılacak. Ağaçların altına bir güzel yayılınacak. Nehir kenarında önce bira sonra da mis gibi kahve içilecek. Bol bol gülünecek. Bir o kadar da laflanacak.

Hissediyorum bu şahane şehirden uzaklaşmak bana çok çok iyi gelecek. Ofisteki hamster hayatının biraz dışına çıkmam ve kendime uzaktan bakmam, enerji göstergemi fullemem lazım.
Son 10 gündür ( hatta aynı konu 2 aydır falan konuşuluyor ama son 10 günde heyecan geldi olaya) olduğu yerde sürekli koşan ama bir arpa boyu yol gidemeyen hamsterlar gibiyiz ofiscek :)  07 Haziran'a lansman var ve bugün ayın 28'i elimizde henüz  hiçbir şey yok. Ne kadar şenlikli değil mi? !! Sonumuzu hayretsin diyerek uzaklaşıyorum....
 Hepimize en tatlısından, en renklisinden, en kahkahalısından, en şenliklisinden bir haftasonu dilerim .

Kocaman sevgilerimle...

26 May 2010

Arabalarda Çocuk Koltuğu Yasası!!

Yeni yasa 01 Haziran'da uygulanmaya başlıyormuş!! Artık çocuklar araçlarda araba koltuğu olmadan o-tu-ra-ma-ya-cak!!! Başlıyor da ne fayda! Haberlerde dinlediğime göre  yasada ciddi açıklar var. "Bilmem kaç kilonun altında/üstünde olan ya da boyu bilmem kaç cm'in altında/üstünde olan" gibi ölçüler var. Polis amcalar elinde mezura ve tartı ile mi dolaşacak. Ölçüp-biçip ona göre mi kesecek cezayı? Çocuk çocuktur. Daha ötesi yok. Bakınca anlamaz mısın insan yavrusunun artık büyümüş olduğunu? Koy yaş sınırını 15 diye ohhh sen sağ ben selamet...

Bana göre en kötü taraflarından biri de ticari araçların bu yasadan muaf tutulması. Neden? Memleketimde taksi şoförleri muhteşem araba kullanıyor, çok dikkatli ve bir o kadar da iyi niyetlilerde ondan mı?

Oldum olası anlayamamışımdır bu cahilliği. Okuma bilme. Yazma bilme. Yol-yordam-adap bilme.  Güleryüz bilme. Temizlik bilme. Kibarlık bilme. Bilgisayar kullanmayı bilme. Hatta insanlık nedir onu da bilme. Hepsini anlamasam bile kabul etmek durumundayım. Fakat kendi canından, kanından olma hatta hatun milleti olarak kendi içinden çıkma bir canlıyı sen nasıl o kadar korumasız bırakabiliyorsun? Yüreğin nasıl buna izin veriyor? Kendin arkada rahat rahat otururken güya çocuğuna "güzellik" yapmak için onu nasıl ön koltuğa, hem de emniyet kemerini bile takmadan oturtabiliyorsun? Nasıl analık- nasıl babalıktır bu ? Bu cahillik mi yani şimdi siz söyleyin? Böyle ana-babalara basacaksın ciddi ciddi para cezalarını ancak o zaman öğrenecek çocuğunun hayatına sahip çıkmakla yükümlü olduğunu. Cezası 62TL olarak biçilmiş. Az. Hem de çok çok az. Yapsanıza şunu şöyle 700-1000TL. Bak o zaman koltuksuz dolaşıyorlar mı ?!!


25 May 2010

Orkidem Orkidem Canım Orkidem

Dün orkidelerime bir yenisi daha katıldı...Sevgili sağolsun:)
Böyle yazınca da sanki milyon tane orkidem varmış gibi anlaşılıyor. Artık sadece 2 tane var. Eskiden çok daha fazlaydı. Bir de güzel açarlardı ki herkesin gözü kalırdı. Bilirdim. Bilmemi sağlarlardı çünkü.
Ne olduysa oldu ve bir anda ölmeye başladı orkidelerim.  Şimdi bu 2 taneye gözüm gibi bakıyorum. Dün çiçekçinin söylediğine göre dallarını kestikten sonra kesilen yerin hava almaması için üstüne sakız yapıştırmak ya da mum ile kaplamak gerekiyormuş. Söylediklerinin içinde bir tek bunu yapmıyordum! Bu sabah erkenden kalktım. Sevdim, öptüm , kokladım, konuştum... Bayılıyorum bu çiçeklerle kocakarı edasıyla laflamayı napalım!  :) Aldım elime makası ve kestim boğumlarından dallarını. Kestiğim yeri hemen mum ile dağladım. Yine sevdim. Yine öptüm. Yine kokladım.  Yerlerini de değiştirdim. Benim tezime göre bizim apartmanın yan tarafına yapılan yeni bina bu güzellerin ışığını kesti  ve yeteri kadar ışık alamadıklarından dolayı hastalanmaya başladılar. Şu anda yemek masasının tepesinde yan yana ikamet etmekteler. Baş köşede yani!  :) Bu kadar sevgi, ilgi bu cingözleri hayata bağlamazsa daha da ne bağlar bilemem. Daha ne yapmak lazım onu da bilemem...
 Varsa şahane fikirleri olan  paylaşın lütfen de yaşatalım bebeleri....

23 May 2010

Koştur Koştur Nereye Kadar

Durur durur da her şey aynı anda saldırır ya! Tam da o moddayım. Geçen hafta anlamadan geldi, geçti...
Abimin kuzusu buradaydı. Hani şu sınava giren yavru. Mezuniyet elbisesi almak için geldi. Geldi ve canımıza okudu gittiii... Ergenliğin tüm gereklerini yerine getirdi eksik olmasın. Daimi mutsuzluk, asık surat, hiçbir haltı beğenmemek, elbise bakmak için girdiğimiz mağaza görevlilerinin suratına baka baka gösterilen her elbiseye "ayy iğrenç!!" demelerle geldi geçti bu hafta. Dün
anasının evine gönderdik!  :) Aslında eve bi ayrı renk getirdi ergen yaratığı :). Bile, özene, bayıla bayıla takındığı bu mutsuz ergen tavrını unuttuğu zamanlarda neşeli bir böcek olabiliyor aslında ....
Bu mutsuzluğun haklı bir sebebi de var aslında. Bakmayın ben yavruya bir anda ergen diye saldırır gibi oldum ama daha İstanbul'a geldiği ilk akşam köpeğinin öldüğü haberi geldi. Bunu ona söylemekte bana düştü... 1 haftadır çok hastaydı, beklenen bir olaydı aslında...Bütün gün elbise bakarken ona çaktırmamak adına 18 takla attım. 28 kere kendi gözyaşlarımı saklamak için maymun oldum. Zira bu köpekcik ablamındı. Doğduğu anda astımlı bu yaşamaz dediler. İnadına 16 yıl yaşadı. Hem de çok mutlu yaşadı. Ablamın alerjisi çıkınca 2 yıl kadar benimle yaşadı. Benim yurtdışına gitme durumum çıkınca da ablamın asistanına transfer oldu. 4 yıl kadar da onda kaldı. O da ablası ile yaşamak durumunda kalınca bizim yavru kucak açtı köpekciğimize. Görüntüde çok sevimli ama bir o kadar da huysuzdu. Kimselere kendini sevdirmez. Durup durup saatlerce anlamsız ve gereksiz ve de sebepsiz havlar. Birine kızdımı ya gider ayakkabısını kemirir ya da gider direkt olarak yastığına işerdi. Kızdırmaya hiiç gelmezdi yani. Huzurla uyusun... Babam çiftliğe gömmüş zaten uzakta değil.

Bu temponun arasında evi de tamamen boşlamıştım. Biraz daha ilgilenilmese ayaklanıp gidebilecek durumdaydı. AVM'ler kapandıktan sonra koşa koşa eve gelip dolaplara daldım. 3 gecenin sonunda 1 valiz kadar bizim yavruya malzeme çıktı. 1 valizi eve temizlik için yardıma gelen Dursine Abla aldı ve inanın hala 1 valiz derneğe götürülmek üzere hazır bekliyor. Bu kadar eşya çıkmasına rağmen hala ve hala dolaplar üstüme üstüme geliyor. Nasıl ya nasıl??!! Kaç zamandır vermeye kıyamadığım ama her nedense giymediğim kıyafetleri bile verdim. Ohhh sefam olsun ohh!! Daha da vereceğim. Hedefim bu!

Geçen hafta eve 2 hatun sağlı sollu girişerek ancak temizlediler. Derin bir bahar temizliği yapıldı evde. Nasıl bir boşlamışsam evi...
Bugün kılımı kıpırdatasım yok.Bol bol film seyredip bolcana da yemek yapmak niyetindeyim. Hedef: enginar ve yaprak sarması. Yarın sevgili geliyor sonunda. Geliyor da  kime ne faydası var ki?! 2 gün kalıp tekrar gidiyor ve 11 Haziran'a kadar yok ortalarda... Özlemek güzel kavuşmak daha da güzel dedik geçenlerde ama bu kadar da değil bi zahmet!!!

Neyse ben kaçıyorum yapraklarım beni bekler...









19 May 2010

Güzel Bir Haftasonu... Zonguldak

Bu aralar bir koşturmaca halindeyim. Gün içinde bir oraya bir buraya koştur, ona yetiş buna yetiş, durma bir de ötekine yetiş şeklinde bir tempoda günler birbirini kovalar halde. Ama olsun ben pek bi memnunum bu tempodan! Güzel şeyler oluyor...


Bu koşturmacada güzel bir kaçamak yaparak haftasonu atladık arabaya Zonguldak yolunu tuttuk. Bir arkadaşımız iş gereği oraya gönderildi ve İstanbul’dan sonra oralarda olmak accık ucundan da olsa koyar gibi oldu bizim miniğe. Biz de kızlarla önceden planlanan ve iptal olan Ankara seyahati yerine son dakika hedef değiştirerek ilk hedefimizi Zonguldak yaptık ve sürprrriiiiiz diye dikildik karşısına. Hoş yola çıkmadan bir gece önce haber verdiğimiz için tam bir sürpriz olamadı. Zira yemedi gidipte bulamamak, bulupta sadece bize kalmasını sağlayamamak! Cumartesi sabahın köründe döküldük yollara. Berceste’de kahvaltı molası verdik. Vermez olaydık. Aklınızda bulunsun orasının çivisi çıkmış. Sabahın köründe dolup taşarken bir ona bir buna koşturmaya çalışan zavallı garsonların bilmem artık kaç saat çalışmaktan canı çıkmış bir halde kimseleri dinleyecek hali kalmamıştı. 3 çay, 2 yumurta, 1 de tost derken çaydan sonrasını bağıra bağıra, neredeyse arkasından koştura koştura söylemek durumunda kalıyorsunuz. Suç onlarda mı onları bu kadar saat çalıştıran zihniyette mi siz karar verin! Ben hangisine kızacağımı bilemedim. Elimizde kahveler, çantamızda erikler şeklinde lak lak ede ede 4 saatte vardık. Saat 14:00 gibi arkadaşımızın ofisine vardık. Çilekler, tatlılar, çaylar, kahveler, bol gülen yüzler ile harika ağırlandık ofiste müdire hanımın İstanbul’dan gelen arkadaşları olarak.

Bu arada fala inanma falsız da kalma’dan yola çıkarak oranın pek bi bilinen falcı bacısına bir ziyarette yapıverdik arada. Ben ilk defa resmen para verip fal baktırdım bu arada :). Tuttu mu tutmadı mı bilemem, zamanla göreceğiz. Lakin bol bol isimler verdi ki bunları da nasıl olduysa bildi. Nasıl bildi ki acaba?

Falcı seansımızdan sonra oranın güzel manzaralı bir mekanı olan Çatı Cafe’ye uğradık, çaylarımızı içerken oralarda dolanan yunus sürüsünün showunu seyrettik. Buradan çıkıp eve gitmek üzereyken Zolguldak girişinde de denk geldiğimiz Sarıgül konvoyu yolumuza çıkıverdi. Girişte virajlı yollarda sürekli birbirini sollamaya çalışarak, kornalar çalarak, kuralları hiçe sayarak ve hatta Sarıgül’ün bizzat kendisini taşıyan otobüsün tepesinde hiçbir koruması olmayan 2 yolcuyu taşıyarak beni cinnetiğin eşiğine getirdikleri için zaten diş biler halde olan ben o noktada patlayıverdim. Ellerinde mikrofon ile “Güzel Zonguldaaakkk, güler yüzlü Zonguldaakk, doossttt Zonguldakkk, teşekkürler Zondulgaaakkk, Zonguldakk, Zonguldaakk” diye diye yolları keserek ilerleyemeyen ve diğerlerinin de ilerlemesini engelleyen Sarıgül aracının önüne kendimi atarak el kol hareketi ile ( yok canımmm pis hareketler değil-sadece kollarımı 2 yana açtım bu nedir yaa anlamında) tepkimi koydum ve kendi kendime yolumu açarak yolun diğer tarafına geçtim. Otobüsün üstündeki adam bütün takipçilerini bırakarak otobüsün diğer tarafına geçip bir yandan “Doossstt Zonguldaaakk, teşekküürlleerrr” derken, diğer yandan da hınzır mimikler ile bana tepki verdi! Sırıtarak seni gidi seniiii yaparak uzaklaştı, gitti... Bana ne kardeşim! Herkes seni dinlemek, senin yüzünden yolun ortasında beklemek, seni şakşaklamak zorunda mı?? Ben cevabını veriyorum, dinle : HAYIR!!!
Bu olay kızlarla bize bol kahkaha malzemesi olarak geri döndüğü için seni şimdilik affediyorum otobüsün üstündeki amca.

Akşamüstü muhteşem deniz manzarası karşısında evin balkonunda çaylarımızı içtik, dedikodumuzu yaptık, kahkahalarımızı havaya savurduk. Duydum ki hala Zonguldak havalarında kime ait olduğu bilinmeyen kahkahalar dolaşıyormuş...

Gün batımının ardından Zonguldak’a gelinir de balık yemeden gidilir mi hiç diyerek attık kendimizi sahile. Tazecik balıklar, nefis kalamarlar, muhteşem salatalar, ızgara soğanlar, buz gibi yeni seri, havada uçuşan dost kahkahalar, gülmekten ağrıyan çeneler, karşılıklı verilen nasihatler, hayattan alınan derslerin paylaşımları, son 2 masa kalmasına rağmen gitseler de kapatsak duygusunun ucundan kıyısından tadını bile aldırmayan gülen yüzlü garsonlar, sıcacık hava, nefis helva, tuzlu erik, ballı çilek ve dibimizden güzel güzel esen deniz havası ile gecenin bir yarısı gülüşe gülüşe kalkıp tuttuk evin yolunu... Sabah 05:00 ve evden Zonguldak havasına kahkahalar karışmaya devam ederken ilk defa o evde kaldığımız için yastıklarımızın altına anahtarlarımızı da koyarak uykuya daldık. Rüyalar da bize kalsın canlar&cinler...

3-4 saatlik uykunun ardından tek tek mutfağa dökülmeye başladık. Yine balkon, yine karşımızda deniz, yine kahkahalar ile dolanırken mutfakta bu sefer masaya : bal-kaymak, otlu peynir, acılı peynir, beyaz peynir, yeşil zeytin, siyah zeytin, reçeller, sahanda yumurta, bol zeytinyağlı-maydonozlu ekşili domates salatası teşrif ettiler. Yanına da nefis demli bi çay. Ohhh yazarken canım çekti yine! Kahvaltı üstü keyif kahvesinin yanına çilek, erik, kiraz derken yola çıkma saatimiz geldi bile. Ne kadar da çabuk geçti! Bu güzel haftasonunun enerjisi ile coşa oynaya ofiste ve hayatta koşturmaya devam ediyor hepinize de kocaman kocaman sevgilerin yanına selamımı katarak yolluyorum.

Haberlerde Zonguldak semalarında dolaşan kahkahaları duyar ya da görürseniz kimselere söylemeyin aramızda kalsın!

14 May 2010

Değişimin Aciliyeti

....
Varlığını sürdürme olasılığını tehdit eden büyük bir krize karşılık vermek; işte insanoğlunun  şimdi karşılaştığı durum budur. İlk kez 2,500 yıl önce antik bilgeler tarafından fark edilen, şimdi bilim ve teknoloji sayesinde varlığını en belirgin şekilde ifade eden egoist insan deliliği, ilk kez gezegenin varlığını tehdit eder hale geldi. Çok yakın zamana kadar,  insan bilincinin değişimi-yine antik bilgeler tarafından işaret edilmişti- bir olasılıktan fazlası değildi ve dini ya da kültürel geçmişlerine bağlı olmaksızın, orada burada birkaç nadir kişi tarafından algınalıyordu. İnsan bilincinin yaygın bir şekilde çiçek açması daha önce gerçekleşmedi, çünkü şimdiye dek asla zorunlu değildi.

Eckhart Tolle

Çiçek açma vaktidir!!!

12 May 2010

Gençlerimizi Polisten Kim Koruyacak?

Daha dün sevin çocukları, onlar bizim ışıklarımız dedim. Özel okullarda okuyamasalar da sizin sevginiz, önderliğiniz, korumanız ve ışığınız sayesinde 7 yaşında olmasa da ileride istediği her şeyi yapabilir dedim. Geçtim eğitim sistemini, geçtim parasızlığı ya biz çocuklarımızı  ilk görevlerinden biri bizi korumak olan polislerden nasıl koruyacağız?
Biraz önce ana haber bülteninde gördüm. Kendi gözlerimle görmesem ya da haberde kamera görüntüleri olmasa inanamazdım. Gördüm. Kamera görüntülerini de gördüm:
Samsun. Reklam tabelasına sıkışmış minik bir kedi. Kediyi kurtarmak için gelen görevli. Yolun karşısından bunu seyreden, damarlarından "ergenlik" akan liseli gençlik. Neden "olay"  yerine geldiğini anlayamadığım 3 polis memuru. Polis memurları önce gençleri uyardı. Gençler karşılık verdi. Polisler tekrar uyardı ve gençler tekrar karşılık verdi. Polis memurlarından biri bir anda genç öğrencilerden birini tokatlamaya başladı. Genç yere düştü. Hala karşılık vermeye devam etti. Bu sefer polis gencin yüzüne biber gazı sıktı. Evet resmen biber gazı ile karşılık verdi!!
Bu nasıl bir memurluk? Bu nasıl bir korumacılık? Bizi sizden, çocuklarımızı, gençlerimizi sizden kim koruyacak? Nasıl bir densizlik, nasıl bir bilgisizlik ve ayrıca da bu ne cüret? Nasıl bir ego var sizlerde böyle de 2 gencin lafları sizi bu kadar aşağılık, bu kadar küçük  hissettiriyor ve bu duygulara yenik düşerek gerçekten de küçülüyorsunuz?
 Bilmez misiniz bu ergenlik denen şey yeri gelir bu gence kendi anasına babasına aklının alamayacağı, yüreğinin kaldıramayacağı laflar ettirir. Bilmez misiniz  genç insanlar için bu tarz aktiviteler en büyük eğlencedir. Bilmez misiniz? Hissetmez misiniz? Siz hiç sevmez misiniz? Sevgi nedir bilir misiniz acaba? 

Bu memurların acil olarak psikolojik destek  alması ama hepsinden önce görevden men edilmesi gerekir.
Sevginin ne olduğunu birilerinin ona anlatması ve birilerinin onu gerçekten çok ama çok sevmesi lazım.
Allah korusun "olay" minik bir kedinin kurtarılması değil de politik bir olay olsaydı ne olacaktı düşünemiyorum bile.


11 May 2010

Çocuk+Eğitim=Özel Okul vs Çocuk+Eğitim=Sevgi


Dün bizim insan yavrusunu okuldan alma ve uyku vaktine kadar ilgilenme görevi bana düştü. Anne çalışıyor. Süper de oldu! O kadar iyi geliyor ki bana, yüreğim sıcacık oluyor. Hissediyorum enerjim yükseliyor. Hissediyorum içimde bir yerlere dokunuyor. Özümde bi yerlerde hissediyorum: çok seviyorum çoook. Ohh iyi ki de doğurmuş ablam onu :)

Neyse yine dağıttım lafı. Arada okuldan ben alıp parka da götürdüğüm için sınıf arkadaşlarının anne-babalarını da tanıyorum. Anne yarısı kontenjanı pek janjanlı oluyor. Randevulaştık arkadaşının babası ile parkta buıluşmak üzere ve biz önden yollandık parka doğru. 15dk kadar sonra da onlar geldiler arkamızdan. Sınıfın diğer çocukları da tek tek dökülünce başladı şenlik! Bu arada ben de kaymak istiyorum o kaydıraklardan! Küçükken kayardık aslında bizim yavruyla ama şimdi o da koca herif olduğu için koca hatunun onunla birlikte kaymasını mantıklı gösteren bi yan kalmadı. Neyse kendim doğurur onunla tekrar kayarım ben de:) .

Bunlar çığlık çığlığa oynarken bir anda içimdeki anne yarısı beni dürttü herhalde ki böyle bir soru sordum, yoksa banane di mi! Utanmalı mıyım?

Soru:
Siz karar verdiniz mi seneye hangi okula göndereceğinize?

Ahh ahh meğer ne dertliymiş adamcağız ve de diğer ebeveynler. Yaklaşık 20 dk kadar bu konu hakkında konuştuk. Eşi de kendisi de çalışıyor. Özel sektördeler. Kötü para kazanmıyorlar. Kendi evleri var ve güzel bir semtte oturuyorlar. Sadece 1 çocukları var. Bu koşulları olan anne-babalar bile böyle kara kara biz bu çocuğu hangi okula, ne şartlarda göndereceğiz diye uykusuz geceler geçiriyorsa vay bu memleketin haline! Özel okul bizi çok zorlar dedi baba. Haklısınız dedim anne yarısı damarlarımdan aldığım güçle. Gerçekten de çok haklı. Bizimkilerin okul araştırmasından biliyorum özel okulların yıllık 20.000/35.000TL arasında olduğunu. İyi diye anılanları tabii ki. Ayrıca 2. çocuğu yaptıktan sonra sırf bu okul belasından dolayı şehir değiştirme kararı alan arkadaşlarım da var. Sadece bununla bitse yine iyi. Okuldan önce bunun özel doktoru var, bezi var, popo kremi var, duş sonrası masaj yağı var, burun tıkanıklığına damlası var, gazı varsa ekstra bilmem ne damlaları var yastıgına damlatılan, ıdır var, bıdır var, var da var...

Anacım hal böyleyken millet nasıl çocuk yapsın. Çocuk insan hayatının en güzel renklerinden, en güzel hediyelerinden ve en güzel “öğrenmeliklerinden” biridir. Özüne döndürür insanı. Kopan bağlarını tekrar bulursun. Özünle bağlantıya geçer, içindeki aşkı hissedersin bence. Gördüğüm kadarıyla doğuran, anne olan kadın daha da bir derin yaşıyor bunu. Anne-baba ol ya da olma. Bir çocuğun yanında vakit geçirince yüzün gülmez, için titremez mi? Kendi çocuğuna bedenlenme fırsatı vermek ya da vermemek tamamen senin seçimin. Fakat güzel, saf bir enerjidir çocuk. Ve evet dünyanın, bu sevgisizlik ve bu kaybolmuşluk yolundan geri dönmesini sağlayacak, bizleri uyandıracak şeylerden biri de sevgi dolu çocuklardır bence. Özümüzü görürüz. Ne kadar saf, ne kadar mutlu, ne kadar anda var olabilen varlıklardır mini mini bebeler. Bebeğinin bu güzelliklerini yaşaması, onunla "tekrar hatırlaması" gereken anne-baba’nın o güzel yüreğine hak mıdır bu ağırlık? İçten içte deli gibi isterken sırf bu maddi kaygılar yüzünden bebeğine kardeş verme fikrinin yakınından bile geçememek hak mıdır?

Bilinçli olmak, farkında yaşamaya çalışmak, sevgi dolu, güzel, sağlıklı, mutlu, özgüvenli, neşeli, sevmeyi ve sevilmeyi bilen, hayatın özünün sadece sevgiden geçtiğini farkında çocuklar yetiştirmek bu kadar mı zor memleketimin bu şartlarında? Değil güzel anneler, harika babalar, kesinlikle değil!! Her şey para değil bu hayatta! Aslında uyanmayı bi becerebilsek para hiç bir şey değil!!Siz sevginizi verin, özgürlüğünü verin, birey olduğunu fark edin, güzel sarılın, kocaman kocaman kucaklayın, anlatın, anlaması için dokunmasına izin verin, ondan özünüzü öğrenin, anda olabilmeyi deneyimlemeyi deneyin birlikte, kendi birikimleriniz ile yol gösterin, ışık tutun çocuklarınıza. O zaman gerçek misyonuna giden yolun önünü açarsınız bebelere, meleklere. Varsın 4 yaşında 2 dil birden konuşmasın. Varsın 8 yaşında yaz tatillerinde Miami’de, kış tatillerinde Alp’lerin eteklerinde dolanmasın. Siz bunları verebilmeyi başarırsanız çocuklarınıza ileride istediği her şeyi yapabilme gücüne zaten sahip olacaktır o saf ışık!

Kendime not: Kendi çocuğumu da bu ışıkla yetiştirebilme gücünü büyütmeli, kuvvetlendirmeliyim kendi içimde!
Bir de söylemeden bitiremeyeceğim bir şey var:
“3 çocuk yapıla” yı uygun gören Başbakan’a güzel, derin sevgilerimi gönderiyorum. Güzel dilekler bunlar. Gerekli ortamı da herkese eşit olarak verirseniz isteyen yürür gider o zaman!

10 May 2010

Öylesine

Bu aralar hayat yoğun... Hiç beklenmedik anlarda beklenmedik sürprizlerle çıkıyor karşıma. Memnunum kendisinden, hiiç bir şikayetim yok. Daha fazla, çok daha fazla sürprize de hayır demem ayrıca! Daha sonra detayları yazarım. Hele bi netleşsin her şey. Şu aralar güzel enerjilere ihtiyacım var. Herkes sevsin beni :) ben zaten seviyorum herkesi...


         Kendime Notlar:
  • Bizim ufaklık sınava girmişti, bahsetmiştim daha önce. Geçen hafta cuma sonuçlar açıklandı. İlk sınavımızı geçtik. Sıradaki gelsin! Bu yaz sonunda güzel bir üniversiteye yerleştiğini görsem havalara uçacağım inanın. Harıl harıl çalışmakta bizim fındık kurdu. Bir yandan da mezuniyet töreni heyecanı içinde elbise arıyor kendisine :)
  • Bir Anneler Günü daha geldi  ve geçti... Bizim ailede bu tarz kutlamaları büyütmek gibi bir adet yoktur. Birlikteysek kahvaltı eder, kakara kikiri yapar, bolcana da sarılırız. Ama haftalar öncesinden kimsenin karnına ağrılar girmez ne hediye alınacak diye. Saçma bi şey zaten! Benim için en önemli özel gün Doğum Günü! Sevdiğin bir insanın bu hayata, bu fizikselliğe geldiği ilk günü kutlamak güzel bi şey.
  • Sevgili yine yollarda. Bir gidiyor tam gidiyor. 3 hafta yok! Bunun da bir güzelliği var. Özlemek güzel, kavuşmak güzel...
  • Şu anda açık açık yazamayacağım ama içimde güzel güzel bi şeylerin uçuşmasına sebep olan gelişmeler de var. Daha da güzelleri hepimize birden inşallah.
  • Echart Tolle kitaplarına gömülmüş durumdayım bu aralar. Okuyup okuyup meditatif halde dolanıyorum etrafta. Farklı bir bilinç uyandırma çabalarındayım içimde. Henüz Ego'yu yok edemesem de farkındalığımı arttırıyorum. 2 farklı bilinç konuşuyor gibi içimde. Bu farkındalık güzel. Mutluyum.
  • Teraryum yapmıştım bir heyecan kendime, yaşatamadım! Nasıl oldu anlamadım. Dün farkettim ki yosunlar kurumuş. Neden ola ki? Oysaki eve her gelene onları sevme, en azından selam verme görevi bile  vermiştim. Çok sevildiler yani. Yenilerini deneyeceğim. Bu sefer hedef menekşe de koymak içine.






5 May 2010

Erkekler Kadınlardan Daha Bilinçli mi Tüketiyor Allasen?

Geçen akşam hızlı hızlı market alışverişini yapıp bir an önce kendimi eve atma telaşında koştururken reyonlar arasında bir çifte gözüm takıldı. Bu “göz takılmalarından” dolayı bir gün sağlam bir azar yiyeceğim gibi geliyor ama dur bakalım... Neyse konuyu dağıtmayalım. Kız mıyır mıyır sevgilisinin yanında dolanıyor, sırtını seviyor, kikirdiyor falan. Ama bir yandan da rafa dalmış halde bir ürünü inceliyorlar. İyice meraklandım. Hazır da aynı reyondan benim de almam gereken bir şey varken o tarafa dogru yollandım :) . Tam o anda ikisi birden gülüşmeye başladılar. Fakat erkekte hafif tepeden bakan bir kahkaha, kızımızda ise hafif ezilen ama bir yandan da “amaaan banane ya” diyen bir kahkaha....


Kahkahaların arasında esas oğlandan şunu duydum:
“Hayır sevgilim tüketici olarak nasıl avlanıyorsun onu göstermek istiyorum sadece”.
Kız: “kikir mikir tikir eki eki....”

Gülüşerek uzaklaşıp gittiler... Ben de utandığım için peşlerine takılamadım. Devamında neler konuşuldu bilemiyorum. Fakat konu şu:
Biz de sevgilimle markete gittiğimizde gerçektende O benden daha bilinçli alışveriş yapar. Ben yıllardır bildiğim, beğendiğim, güvendiğim ve sonradan yine sevgilim sayesinde süper kazıklandığımı farkettiğim markaları alırım düzenli olarak. Reyonlar arasında onun kilosu bu kadara geliyor, bunun şu kadar gram karı var gibi kaygılarım yoktu ve hala da O’nun kadar yok aslında. Fakat artık yine O’nun sayesinde hayatımda yeni bir bilinç var. Annemden gelme ( eski anlamında değil, sırf annem kullanıyor, vardır bir bildiği diye düşündüğüm), bangır bangır reklam yapan, pahalı markalara balıklama dalmıyorum. Öğrendim! Öğretildim! Birçok ürünün etken maddesi aynıymış. Hatta bazılarının üretimini yapan, oursource edilen fabrikalar bile aynı ama aralarında ciddi bir fiyat farkı var. Peki nereden geliyor bu fiyat farkı? Tabii ki REKLAM’dan. Reklama o kadar fazla para harcıyorlar ve bizleri öyle “güzel” yerlerden yakalıyorlar ki hipnotize olmuş gibi koşa koşa onları alıyoruz. Şekerci dükkanına kilitlenen çocuklar gibi. Rengarenk, mutluluk vaad eden, meşhur insanların kullanıldığı bangır bangır  dönen reklamlar sayesinde bazı markaları (ki bunlar da genelde pahalı markalar oluyor) reyonda gördüğümüzde sanki çocukluk arkadaşımızı görmüşüz gibi tanış hissediyoruz o markayı. Dolayısı ile hemen yanında duran, reklama para harcamayan, öyle süslü püslü giyinmemiş, mütevazi ürünleri bırakın almayı gözümüz bile takılmıyor. İşte ben artık bu ürünlere bakıyorum, inceliyorum ve yavaş yavaş tüketim alışkanlıklarımı  değiştirmek üzere kendimi terbiye etmeye çalışıyorum.
Yine O'nun sayesinde. Zamanında oturmuş araştırmış bu mütevazi giyimli markalar ile süslü-kokoş markalar arasındaki farkları. Organik olanlarını kullanmadığınız sürece hepsinin, birçoğunun diyelim çevreye ve tabii ki sizlere verdiği zararlar aynı. Süslü olanlar bir de cebimize zarar veriyor ayrıı!!!

Bu tarz alışveriş yapan bir çift arkadaşımız daha var. Onlarda da durum aynı. Erkek: Araştıran, bilinçli tüketici. Hatun: Süs-püs ile bize sunulan, bilinen ve güya “güvenilen” ürünlerin tüketicisi. Bizde olduğu gibi onlarda da farklı bir aydınlanma var konuyla ilgili :)  ama yine erkek tarafı sayesinde :)!!

Ben markette bu çifti görünce hemen bu arkadaşımı aradım:
“Yalnız değiliizz bak bizimkiler gibi başka erkekler ve bizler gibi başka hatunlar da var!!” dedim. Bol bol güldük. Bu olayda bana bunu ciddi ciddi düşündürttü:

Gerçekten de gün oldu, devran döndü ve artık erkekler daha "bilinçli tüketici" mi oldular?