31 Mar 2010

Sıçırt: Disko Güzeli

                            Böyle havalarda bana pek iyi geliyor bu Sıçırt serserisi...


30 Mar 2010

Anneme Mesaj, Kedilere Sabotaj...

Aşağıdaki fotoğrafları anneme delil olarak çektim ve resmi olarak kayıtları geçmesi için de buraya eklemeye karar verdim. Aklanıp çıkarım umarım bu yazıdan...

Bu eve taşındığımdan beri -ki 7. yılımdayım- minik balkonum semt kedileri ile aramda en büyük anlaşmazlık sebebi. Sorun balkonu kimin kullanacağı ve kime göre bu balkonun düzenleneceği!

İlk taşındığımda hemen balkona saksılar, çiçek-böcek ne varsa aldım ve düzenledim. Dişi olmasına rağmen adını Apo koyduğum sevgili kedicik bir rahat bırakmadı. Bildiğiniz didişmeye başladık. Ben kovalıyorum o gelip balkon masasının ortasına yayılıveriyor. Tekrar kovalıyorum ve arkamı dönüyorum bu sefer çiçeklerin toprakları ile uğraşıyor.Kovalıyorum yatak odamda bitiyor, kovalıyorum mutfak çöpünü karıştırırken buluyorum, kovalıyorum apartmana girerken mırr mırr bacaklarıma dolanıyor, kovalıyorum balkonda kurulan kahvaltı masasının baş konuğu ilan ediyor kendini, kovalıyorum balkona işiyor, kovalıyorum çığ gibi büyüyerek geliyor. Çıldırttı beni, çıldırttıı!!
1 yılın ardından soğuk geçen bir kış benim balkona kendisine özel hazırlanmış, içi battaniyeli bir kutucuk koymamla birlikte yıldızımız barıştı. İtiraf ediyorum beni bir ara cinnet geçirme noktasına getirdiği için onu balkonda mahsur bırakmış, kurtarmaya gelen komşuma da "ahh ahhh zavallıcık, nasıl da atlamış oraya da çıkamamış, yazıııkkkk, hiçte duymadım sesini " diyerek bir güzel piyes sergilemiştim. Severim hayvanları hem de çok ama bu olaydan hemen önce balkon dolabının üstünden ocaktaki tencereye atlayınca daha ne yapsaydım a dostlar? Aldı ama dersini :) Bir daha girmedi eve...

Bizim Apo kendine alt katta daha sıcak bir yuva ve daimi yemek bulunca artık benimle pek dalaşmıyor fakat arkadaşlarına mı haber etti ne kedilerin biri gidiyor diğeri geliyor. Hadi geliyorlar, hadi masaya bir güzel kuruluyorlar ben de arkalarından sürekli siliyorum, süpürüyorum hatta balkonu kullanmaktan vazgeçme noktasına gelmek üzereyim amaa zavallı çiçeklerimden, canlarımdan ne istiyorsunuz a kediler?? Baksanıza nasıl da kurulmuş zavallı sardunyamın üstüne. Senin canın can da benim sardunyamın ki patlıcan mı ey kedi efendi?? Çekil iki dakika üstünden de o da alıversin miss gibi güneşten nasibini, yeşilleniversin güzel yaprakları tekrar, çiçek versin, versin de bizi güldürsün.

Annem için çektim bu fotoğrafları demiştim ya yukarıda olay şudur:
Annem geçenlerde bana geldi hemmen balkona attı kendini ahh ahhh vahh vahh nidalarıyla başladı söylenmeye. Vay efendim ben bu sardunyalara neden su vermiyormuşum, neden bunlara bakmıyormuşum, onlardan vaz mı geçmişim ben, çıkmayan candan ümit kesilmezmiş miş miş miş...
Yahu ben onlara gözüm gibi bakarım bilmez misin canım kadıncım.
 Canım onlar benim, öperim, koklarım, gübrelerim, keserim, konuşurum onlarla ben. Anlatamadım anneme bu kedi sorununu bir türlü. Ben bakıyorum, kokluyorum, yediriyorum, içiriyorum, arkadan serseri kediler gelip köşk olarak kira bile ödemeden kuruluveriyorlar yavrularımın yuvasına.
Ne yapayım anne sen söyle??
Bunlar da kanıtlarım, bakınız ve lütfen bana hak veriniz. Ayrıca akıl da veriniz.  Ne yapayım, ne edeyim de barışayım bu kedilerle?  Yoksa ben bunları yine balkona kapatacağım .




p.s.Bu arada bu kedi kapatmak için kullandığım balkon başka bir balkon. Mutfağa kadar gelme cesaretini gösteren 'kıymetli' kedilerimiz ancak tanışma şerefine eriyor....

29 Mar 2010

Yaratıcı Blogger Ödülü

Acemisi olduğum bir şey geldi başıma.  Ödüllendirildim bu blog camiasında...
 Haberim olduğu günden beri de ciddi stress kaynağı oldu benim için. "Cevap yazmakta geciktim" , "ne yazacağım?!", "nasıl olacak?!" gibi sorulara bir koşu gidiverdi zihnim. Ardından "yerine getiremedim eyvah",  "aman ayıp olmasın"lar kovaladı beni günlerce.

Uzun lafın kısası üstüme düşen görevi yerine getirmek için geçtim bilgisayar karşısına. Yazayım da bu gece rahat rahat uyuyayım di mi ama ?  :)

Sevgili Özlem'in Doğa'sı güzel bir ödüle layık görmüş beni. Çok teşekkür ederim ve herkesin önünde gecikme için de özür dilerim. Zira ofis ortamı çıldırmış durumda bu aralar. Neye nasıl yetişeceğimi bilemiyorum.

Öyle kolay kolay ödül vermiyorlar tabii adama, belli kurallar varmış izlememiz gereken.

Buyursunlar:
* Sizi ödüllendirene teşekkür edin.
* Sizi ödüllendirenin blog linkini yayınlayın.
* Ödülün logosunu yayınlayın.
* 7 yaratıcı blogger ödüllendirin.
* 7 blogun linkini yayınlayın.
* Ödüllendirdiklerinizi haberdar edin.
* Kendiniz ile ilgili 7 ilginç şey yazın.

İlk 3 maddeyi hemencecik yerine getirdim ama sonrası zorladı beni açıkçası. Aslında yaratıcılık denince konsept olarak farklı bloglar geliyor aklıma. Ben bunlardan biri kesinlikle değilim bana göre.İlk isim dınk! diye beliriverdi aklıma. Diğer isimleri de kendi kriterlerime göre belirliyor ve aşağıda linklerini veriyorum. İçinden gelen, paşa gönlü çeken alsın hemen kendi sitesine koyuversin. İstemeyen, benim gibi karabasanlar yaşamadan, stres yapmadan oturduğu yerde oturmaya devam etsin. Darılmam, gücenmem, söz!  :)

1-OİP
2- Ruh Dağı
3- Çavlan
4- Sanat Notları
5- Zizimbizim
6- Uyuz Cadı
7- Eliza Doolittle

İlk anda aklıma gelen ve bana göre  ilginç yönlerim.
1- Yere çöp atmamak adına ceplerim, çantamın gözleri hep çöp doludur. Çöp kutusu görsem bile atmam "amaann eve gidince çöpe atarım" diyerek o anda atmaya üşenirim çünkü.

2- Herkes cebinde, cüzdanında bulunan bozuk paralar ağırlık ve gereksiz ses yaptığı için kurtulmaya çalışırken ben bozuk param kalmayınca üzülürüm.
3- Taksicilere durmaksızın söylenip, söylenip neredeyse taksiden inmem.
4- Her yağmur yağdığında burnuma gelen toprak kokusu, kafamın üstünde bir baloncuk ve içinde şu görselin belirmesine sebep olur: küçükken evin bahçesinde sırf bu kokuyu yakalayabilmek için ne kadar taş duvar varsa yalayıp kokluyorum, annem de beni kovalıyor evin bahçesinde...
5- Donma derecesine gelmeme rağmen giyinmeye son ana kadar karşı çıkar, saatler sonunda pes ederek getirilen battaniyeye sarılarak tir tir titrerim.
6- Bilgisayarımın dahili kamerasına bant ile kağıt yapıştırırım ki birileri hackleyerek kameradan beni gözetlemesin.
7- 18 tencere yemek yapmaya bayıla bayıla razı olurum fakat iş sadece salonu süpürmeye gelince " 2 hafta daha yemek yapayım ama temizlik yaptırmayın bana nooluurrrr" diyerek kaçabilirim. Mecbur kalıp temizlik yapmaya başlayınca da canımı çıkartana kadar dip köşe girişirim.

İşte böyle....

24 Mar 2010

Güzellik Olsun Diye...

Sabah bir arkadaşımın babası uğradı ofise. Oturduk çay içtik, lafladık biraz. Eskilerden başladı sohbete. Hoşta oldu. Güldük. Yüreğimiz aydınlandı. Aynı zamanda da benim yüreğim olduğu yerde şöyle bir titredi. Nereden nereye gelmişiz diye düşünmeden edemedim. Onun kendi gençliğine dair anlattıklarını bırakın sıradan hayatımızın bir parçası olarak yaşamayı, plan, program yaparak dahi gerçekleştirmemiz zor artık. İstanbul için konuşuyorum tabii ki. Ben İstanbul’da doğmadım. İstanbul’da da büyümedim. Yolun bu kısmında İstanbul’dayım sadece pekte mutluyum. Şanslıyım yani. Sokakta, çayırda, bayırda, bahçede sabahlara kadar top-tüfek oynayarak, kahkahası bol, mis kokulu bir çocukluktu benim çocukluğum. Hani deseler hadi kalk gidiyoruz o günlere en önden alırım biletimi koşa koşa.


Dedim ya güzel güzel anlattı gençliğini ve biz de mutlu olduk. Kah birazcık özenme kah azıcık ucundan imrenme aldı beni benden. Gözleri güldü anlatırken, kaçmadı benim de gözümden :) Bi gitti o günlere 1-2 saniyede de yanımıza geri döndü. Yüreği neşe doldu.
Mesela bir yaz atlamışlar arabaya arka koltukta da 2 çocuk basmışlar Bodrum’a... Orada da arkadaşları bekliyormuş onları. Hayriye Hanım, rahmet eylesin, Nuri Bey, rahmet eylesin, Ayşe Hanım allah hepsine rahmet eylesin diye lafa devam etti. Sonrasını dinlerken kalbimin ucunda bir çizik izi kaldı. Mutsuzluğa sebebiyet vermek için yazmıyorum bütün bunları. Sakın ha burkmayın o güzel yürekleri. Bilirsiniz pek severim gülmeyi, güldürmeyi ve de güleni. Ama kıymet bilmek önemli. Bugün tam da şu anda hayatınızda olan değerlililerinizi düşünün, sımsıkı sarılın, sarılalım. Gidin, çıkın sokaklara, koşun dostlarınızın, arkadaşlarınızın yanına şöyle bir kocaman sarılın. Ardından güzel bir ohh çekin. Gidin bira için, gidin film izleyin, gidin yemek yiyin, çağırın onlara yemek yapın, sahile gidip bir çay ısmarlayın, sevdiği bir kitabı hediye edin sebepsiz yere, çat kapı bitiverin kapısında “ben geldiiiimmm” diyerek güldürün, rakı-balık yapın boğaza karşı, isterseniz ocakbaşına gidin alın rakıları kebapların yanına. Olmadı sadece yanyana oturun, o bile yeter. Gidemedin mi al o telefonu eline de mesaj ya da e-mail göndermek yerine ara. Sesini duy ve duyur sesini... En güzel ödüldür bu hayatta insana dibinde sevdiklerinin olması. Sarıldın mı sana sarılacak birilerinin bulunması. Bende buruş buruş bir nine olduğumda gözlerim güle güle, kahkahadan göbeğim oynaya oynaya anlatabileyim inşallah toruna torbaya böyle hikayeler. Dolsun da taşsın torbam böyle güzelliklerle. Bayramda seyranda mendil yerine komik hikayeler dağıtayım minik insanlara. Hava atayım sonra yaşlı keçi inadıyla yavrulara. Şu hayatta bundan böyle en büyük derdim budur benim. Eskiden coştum coştum, koştum peşiden kariyerin. Tıktım kendimi plaza katlarına. Kartla girdim, kartla çıktım. Erken uyandım bu kabustan oh iyi oldu. Çalışırım ayrııı ama öyle saçma sapan anlamsız kaygılara ve kavgalara girmem. Büyüttüm ruhu 30 yaşla birlikte. Artık bırakıyorum hayata kendimi ne getirirse kabulümdür. Değiştirebileceklerim bir yere kadar. Ee içten içe de o kadar inanıyorum ki herkesin hak ettiğini yaşayacağına. İnsan da kendine kötüsünü yakıştıramıyor ya zaten ! Alsana pozitif düşüncenin dik alası...Açtım kollarımı bekliyorum mutluluklarımı :)

Bunu okuyan tanıdık tanımadık güzel yürekler, mutlu böcekler hepinize sevgi dolu sıcacık bir fincan kahve yanına nefis mi nefis kahkaha kurabiyesi gönderiyorum. Afiyetler ola....

p.s. bak hala mesaj göndermeye çalışıyorsun gördüm seni!! Mesaj değil hayatım ara, al eline telefonu da ara!! Sonra geri gel de rapor ver olmaz mı?! :)

22 Mar 2010

30 Gelmiş Hoş Gelmiş!

30 gelmiş hoş gelmiş diye başladım güne yüzümde kocaman bir gülümseme ile...

Mutlu uyandım 30 yılın tüm mutlulukları birikmiş gibi üstüme...

İyi ki doğmuşum, iyi ki bu aileyi, bu hayatı seçmişim, iyi ki annem annem, babam babam, ablam ablam, abim abim ve onların çocukları da yeğenlerim, kuzenlerim, iyi ki dostlarım dostlarım, sevgilim sevgilim olmuş. Pek de güzel olmuş. Şimdiye kadar tadından yenmezdi ama  söylenenlere göre hayat asıl 30’larda başlıyormuş! Bu durumda “yeme de yanında yat” tan daha öte bir şeyler beni bekliyor. Beklesin geliyorum. Güle oynaya, koşarak geliyorum hatta. Hayatın her getirdiğine kucak açarak koşuyorum. Seviyorum, seviliyorum...

İyi ki doğmuşum, iyi ki doğurulmuşum!

30 yıllık hayatıma şöyle bir dönüp bakıyorum ve pişmanlık görmüyorum. Daha güzel bir 30 yaş hediyesi olur mu bu hayatta? Belki daha bebeyken aklımın ucundan geçmiştir pişmanlığa benzer bi şeyler ama kendimi bilmeye başladığımdan beri yeri yok hayatımda pişmanlığın ve keşkenin. İyi ki’ler var hayatımda, sefam olsun ohhh’lar var bolcana....

Duygularımı özetlemeyi deniyorum ve şunlar geliyor aklıma ilk anda;
Mutluyum, huzurluyum, neşeliyim, seviyorum, seviliyorum, sımsıkı sarılıyorum, sıcacık kucaklanıyorum, öpüyorum, öpülüyorum, gülüyorum, güldürülüyorum, coşuyorum, coşturuluyorum...

Sonra deneyimlerimi özetlemeyi deniyorum ve o zaman da şunlar beliriveriyor bir anda;
Ağlayarak doğdum ama ondan sonra genelde güldüm hatta kahkahalar attım, güzel sevildim, güzel sarmalandım aile kucağında, özgür bırakıldım ve dokunarak öğrendim hayatı. Yeri geldi taş duvarları yaladım, yeri geldi annemin kıymetli halılarından bahçede kendime çadır yaptım, altına da bütün mahalleyi topladım. Yeri geldi minicik ellerle çatal bıçak kullanmayı öğrendim kocaman yemek masalarında üstümde cici bir kız çocuğu elbisesi, saçlarımda kurdeleler ile. Sonra daha da büyüdüm, koştum yatılı okula ve kaldım tek başıma. Bu sefer ailenin deneyimlerini paylaşmanın yerini tamamen kendi deneyimlerim aldı. Kocaman sandım kendimi “bu hayatın taa a..na koyarım , ben var ya benn” lerle geçen yılların ardından bu sefer kaçtım yurtdışına. Anladım ki daha devede kulakmış yaşadıklarım. Hayat benim yatakhane odam ve İstanbul’dan ibaret değilmiş. O zaman küçük hissettim tekrar ve hemen büyümenin yollarını aradım. Gezdim, tozdum, yeni ülkeler, yeni şehirler ve bu yeni milletlerden yepyeni insanlar tanıdım muhteşem dostlar edindim. Dokundum yine, paylaştım, konuştum, dinledim, deneyimledim ve yine büyüdüm. O zaman anladım ki hayat ben, ailem, arkadaşlarım, okulum, şehrim ve ülkemden ibaret bi şey değil. Orası sadece doğumhane... Orada doğarsın ama büyümek istiyorsan çıkman lazım, düşmen lazım yollara. Gitmen lazım bilinmezlere doğru...Ben gittim ve gördüm ki gitmeler de yetmiyor insanın büyümesine. Aslında insan hiç büyümüyor ve aslında hayatı hep büyümeyle geçiyor.
Dedim ya iyi ki de doğmuş, doğurulmuşum, yaşamışım ve yaşıyorum. İyi ki hayatıma giren insanlara dört kolla sarılmışım, iyi ki bana dört kolla sarılmışlar ki dostlarım olmuşlar hayatımı kahkahalarla, sevgiyle doldurmuşlar. Beni güzellikleriyle sarmalamışlar. Beni ben yapmışlar. İyi ki onlar da doğmuşlar ve olmaları gereken insan olarak birbirimizin hayatlarında yerlerimizi almışız.
Mutluyum, çok mutluyum. Her zamankinden daha bi büyük gülüyorum bugün. Her zamankinden daha büyük bir sevgi taşıyor içimden bugün. Bıraksanız 8 – 10  30 daha deviririm bu hayatta.

Lafın özü doğum günüm kutlu olsun! 30 gelsin hoş gelsin, yanında bol bol güzellikler, daha da çok iyi ki'ler  getirsin.

18 Mar 2010

Takas Yarışması

Bu aralar taktım televizyon programlarına...
Televizyon seyrederken bir reklamda "takas" kelimesi geçti de dank! etti. Geçtiğimiz aylarda Geveze'nin sunduğu ( sunamadığı demek daha doğru olabilir) Takas isimli bir yarışma programı başlamıştı. Zaplarken de bol bol denk geliyordum bu da demek ki düzenli olarak bir kaç hafta yayınlandı. Oturupta baştan sona hiç seyretmedim programı ama birazcık ucundan yakaladım, bi arkadaşa baktım çıktım ve dedim ki "bu program hayatta devam etmez". Belli ki yayından kalkmış.
Şimdi benim bu milletimizde anlamadığım bir sürü noktadan biri de şudur;
 Neye göre sever neye göre nefret duruma gelir o hisleriniz? Ne var bunda, tamam işte sevmemişler programı ve yayından kalkmış. İki satır yukarıda da sevmedim, devam etmez demişim zaten di mi?!
 Şu var; Ben bu programı beğenmedim hatta hiç beğenmedim ammaaa televizyonda dönüp duran ve ciddi ciddi reytingler alıp yıllarca o ekranlarda durmayı başarabilen daha  o kadar çok program var ki beğenmediğim, sıralama yapsam bu zavallı Takas en sonlarda kalır.

O berbat kokan çöpler hala ekranlarda kalabiliyorken bu zavallıya tam olarak  ne oldu böyle de kim vurduya gitti??

17 Mar 2010

Flash TV

Uzun zamandır irdeleyesim var bu Flash Tv’yi...

Başlayalım bakalım...
Hemen her televizyon başına geçişimde kanallar arasında bir oraya bir buraya dolaşıp dururken bu kanalında köşesinden geçiyordum doğal olarak...
İlk başlarda dikkatimi çekmedi, direkt geçtim kanalı. 3-5-8-18 derken dikkatimi çekmeye başladı. Her zapladığımda diğer kanalarda farklı programlar, farklı dekorlar, farklı insanlar, kısacası farklı bir ambiyans varken bu kanal sanki sürekli aynı programı yayınlıyor gibi gelmeye başladı. Bu noktadan sonra da algıda seçicilik hemmen devreye girdi ve beni bu yazıyı yazmaya kadar getirdi bu durum.
18. pas vermeden zaplama sonrasında kanalla duygusal bir bağ oluştu aramda. Şu anda bu kanala yolum düştümü bir nefeslik duruyorum, bir sigara molası veriyor öyle geçiyorum bir sonraki mübarek kanala. Şimdi ben buraya ne yazsam, nasıl anlatsam boş! Gidip kendi gözlerinizle görmeniz lazım aslında. Bi gidip bakın üşenmeden, sonra bir daha gelin, o zaman bak nasıl da güzel anlaşıyoruz :)
Stüdyo dekoru her programda daha da çirkin, daha uyumsuz, daha kıro, daha şatafatlı, daha gıcık, daha zevksiz, daha uyuz, daha kalabalık, daha renkli, daha sinir bozucu, daha komik, daha ironik ve daha da iç gıcıklayıcı olabiliyor. Yapanı ayrıca tebrik etmek lazım zira bu da büyük bir başarı! Zevksizlik abidesi! Sanırsın ki arşivden 8 yıl önceki bir Azeri kanalını seyrediyorsun o derece!
Bir kere her açtığınızda (evet evet artık bilinçli olarak arada sırada bu kanalı açıyor, gülüyor, şaşırıyor , yok artık bu kadar da değil diyerek kapatıyorum) Ankara havaları, hop tek dansı ve bağlamacı çığırtkan bir abi demirbaş olarak mevcut.

Geçen akşam denk geldiğimiz bir programın sahnesinde olup bitenleri anlatıp kaçıyorum:
Sahnenin bir köşesinde deliler gibi bağıra çağıra bağlama çalan, beter sesli bir adam, sahnenin orta yerinde üstünde “en şatafatlısı benimki olsun” kaygısından çıkma dandik bir elbise giyen bir hatun -ki bu hatun program sunucusuymuş-, onun karşısında göbek atan kot pantolon üstü beyaz gömlek giymiş bir adam-ki bu adam da program sunucusuymuş-, bunların arkasından bir anda hoplaya hoplaya kenardan sahneye fırlayan 3 köçek – ki bunlar da sanırım hemen her programda sürekli olarak oradalar-, sahnenin sağ tarafında gayet görünür bir yerde 2 sarışın hatun var. Bu sarışın hatunların üstünde parlak, simli kısacık elbiseler, bu elbiselerin altında da aynı kumaştan yapılma çizmeler. Hatunlarla ekibin geri kalanını aynı sahnede görünce kanallar karıştı, tutti frutti’nin görüntüleri Flash Tv ile çakıştı diye düşündüm, ciddi ciddi kanal değiştirip geri geldim. Baktım ki hala oradalar ancak o zaman inandım. Hepsinin arkasında uzun ayaklı camdan yapılma bir masa ve bu masada uzun bar taburelerinde oturan 2 konuk. Sahnede herkes çıldırmış bir şekilde göbek atarken bu ikisi put gibi duruyor. Onlar farklı bir boyuta geçmiş. Göbek atan sunucu hatun arada bir köçeklerin karşısına geçiyor, arada bir sunucu abi ile bağlamacı abinin yanına gidip birlikte çığırtıyorlar. Konuklar desen al birini vur ötekine! Kadın, erkek, genç kız, başı kapalı, açık elbiseli hepsi bir arada sahnedekilerden daha çıldırmış bir halde göbek atıyorlar! Grup çıldırmaya devam ederken köçek abilerden bi tanesi sahnenin arkasına gidiyor ve duvara yaslanıyor, oradan artık kiminle konuşuyorsa el kol hareketleri ile birilerine bi şeyler anlatıyor. Düşünün artık nasıl bir ortam var! Her akşam bunun versiyonlarını farklı bir program adı ile pişirip pişirip koyuyorlar izleyicinin önüne. Neredesin "her gece her gece kuru fasulye mi yenir!" diyen vatandaş, ne-re-de-sin??

Ben hala bu programın ayıla bayıla, ballandıra ballandıra etrafına bir başarı hikayesi olarak anlatan bir yapımcı tarafından mı yoksa kafası ottan, içkiden süper olmuş, yaptığını farkında olmayan, geyik olsun diye eğlencelik, dalga geçmelik bir şeyler olsun hayatımızda hedefi ile farklı bi şeyler denemek isteyen bir yapımcı tarafından mı yapıldığını çözebilmiş değilim. Bildiğin Alice Harikalar Diyarı’nın Ankara’lı Turgut vesiyonu olmuş çıkmış!

Gençlere ya da içinde hala çılgın bir genç barındıranlara şiddetle şunu tavsiye ediyorum:
Arkadaşlar için için, kafalar 1500 olsun -hatta içmeden ayık kafayla gidin de ruhunuz bedeninizde ters dönsün- ve arkadaş grubunuzla birlikte gidin bu grubun içine karışın. Hayatınızın deneyimini yaşayın! Torun torba sahibi olduğunuzda “ben var ya ben zamanında öyle bir ortama girdim ki sen ne yesen ne içsen böyle bi şey yaşayamazsın” diyerek süper hava atarsınız!

Sürrealist bir milenyum kanalı olmuş çıkmış...
Birileri buna lütfen dur desin. Bu programı seyreden insan evladından ne bekleyebilirsin ki ?!

3 Mar 2010

Barınak Gönüllüleri Derneği / Otostop

Barınak Gönüllüleri Derneği'nin hazırladığı Otostop isimli videoyu paylaşmak istiyorum. Ben çok beğendim. Hadi siz de beğenin!

Kimdir peki bu BGD? Geçenlerde Ayşe Arman detaylı bir yazı yazdı onlarla ilgili. Yazıya buradan ulaşabilirsiniz.
Yok üşenirim ben şimdi onu okumaya derseniz en azından web sitelerine bir göz atın aklınızın bir kenarında yer etsinler http://www.kalbimizsokaktaatiyor.org/. İlerde çıkartır kullanırsınız belki!

Bu güzel yürekli hatunlara da buralardan kocaman selam olsun.


2 Mar 2010

Cem Uzan'ın Eski Koruması Yeni Taksi Şoförü

Bilen bilir benim taksici milleti ile ilgili bitmek bilmeyen hikayelerimi. Bir çoğunu yazmıyorum burada. Aradan seçmece yapıyorum. Ya da canım isterse yazıyorum :)
Dün yine güzel bir tanesine denk gelince hemencecik yazayım istedim.

Ofisten çıktım ve atladım bir taksiye. "İyi akşamlar bacım" cümlesi ile başlayan selamlaşma faslından sonra kafamı çevirdim cama, kestim muhabbeti. Bu bacımla başlayan muhabbetlerin sonundan pek hoşlanmıyorum ben. En son bacım diyen şoför arkadaş beni daha rahat bir ormana götürmek istediğinden de olabilir pek tabii bu tepkim.
Neyse uzatmadan devam edeyim. Normal normal İstanbul trafiğinde ilerliyoruz. Bir anda önümüze bir araç atlayıverdi. Doğal olarak sinirlendi bizimki ve bir iki satır söylendi arkasından. Sonra da döndü bana "bacım her gün 2 adam dövmezsem rahat edemiyorum" dedi. Ne denir şimdi bu insanlıktan nasibini alamamış ama tam olarak da hayvan kalamamış adama? Ne diyeceğim. Sustum . O susar mı hiç! " Vallaha bak her gün 2 adamı  döverim. Bir gün bile şaşmadı şimdiye kadar. Bir günüm boş geçmedi, en az 2 adam dövmediğim bir günüm dahi yok yani". Bu noktadan sonra artık daha fazla tepkisiz kalamadım. "Ciddi misiniz siz?" gibi bir vızıltı dökülebildi sadece dudaklarımın arasından. Gerçekten ciddi miydi bilmek istedim çünkü. Nasıl olabilir ki böyle bir şey? "Kahvaltı etmeden evden çıkmam"  der gibi rahat  hatta gururla söyledi bunu. "Tabii ki ciddiyim güzel bacım. Ya ne yapayım? İnsan olacaklar, insan. Hatam varsa da insan gibi, güzel güzel söyleyecekler bana. Yok öyle küfürlü konuşmalar. Ben de veririm derslerini o zaman. Allah affetsin tabii. Ama dövmeden de olmuyor".
Allahım ne diyor bu adam böyle??!! Yani bi yandan doğru söylediği şeyler var ama kendiyle çelişiyor. Ben yapınca oldu mantığı yani. Kötü laf kendisine edilince sorunun çözümü dayak oluyor. "Ee o zaman siz anlatmayı deneyin güzel güzel. Bak ne iyi dediniz" dedim. "Onlar bana küfür ederken ben öyle sakin sakin kalamam. Döverim. Allah affetsin tabii. Çok ah almışımdır". Bence bu adamı sosyologlar incelesin.
Şoforümüz şöyle devam etti : "Ahh ahh çok ah aldım bacım gerçekten çok ah aldım. Ne güzel işim vardı ama adamı bitirdiler". Adamı bitirdiler dediği zaman kendisinden bahsediyor sandım da sordum " Hayır olsun? Ne iş yapıyordunuz?" "Cem Uzan'ın eski korumasıyım ben. Bitirdiler adamı. Rahat rahat çalışıyorduk ne güzel. Tam 4 yerimden silah yedim bacım ben. Korudum ama adamı". Aferin sana!
 İyice meraklandım ve sormaya devam ettim. "Ciddi ciddi silahlı çatışmaya girdiniz yani. Bu 4 yara bir seferde mi yoksa ayrı ayrı çatışmalarda mı oldu peki?" "Tek seferde bacım. Ölmedim ama." diye bir cevap geldi.
 Cem Uzan dedi ya daha da sorasım geldi. "Sürekli böyle silahlı çatışmalar oluyor muydu peki?" Cevap:  "Sen bilmiyor musun bacım bunları yaa. Oluyor tabii ki. Sadece bende 2 tane silah vardı. Ben adam vurmadım ama çok can yaktım çook. Allah affetsin. Sonra adam bitince bizim de işimiz bitti. Benim silahlar evde yatıyor artık. Sokakta taşıyamıyorum. Eskiden limitsiz restaurant gibiydim. İstediğin kadar ye var ya hani. Hah işte ben de onlar gibi limitsiz ateş edebiliyordum istediğim yerde. Şimdi artık sadece evde kullanma iznim var. Limitsiz kullanmak için silah başı 17.000TL ödedi zamanında ruhsat için".
Ben daha fazla soru soramadan gideceğim yere varmıştık. Daha çook soru sormak istedim aslında bu adamlarla ve eski işi ile ilgili ama zaman geçti gittiii...
Eskiden korumalık yapmış, yaralanmış ve yeri gelince yaralamış, halinden tavrından da içinde ciddi bir öfke taşıdığı gayet açık bir şekilde belli olan bir adamın ticari taksicilik yapma iznini kim veriyor ben onu merak ediyorum.
 Bu siniri ve "dayakçılığı" hakkında da gururla, kabara kabara konuşan bir adama kazara "Neden o yoldan gittiniz. Yolumuz uzadı. Hem de gereksiz trafiğe girdik" gibi masumane bir "yolcu" cümlesi kursak bizlerin sonu ne olur acaba??