29 Eyl 2010

Eczanelerde Yapay Organ Satılacak

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) bünyesinde 3 gün serecek olan uluslararası "Kök Hücre Uzmanları Sempozyumu" başladı. Sempozyumda dünyada yakın gelecekte kök hücre çalışmalarının  belli bir seviyeye gelmesiyle eczanelerde yapay organların satılabileceği belirtilirken, fason üretimlerin önüne geçilmesi gerektiğine dikkat çekildi.

Yukarıdaki yazıyı ofiste bir arkadaşım okudu da hemmen kaptım linki ondan. Haberin orjinali için şuraya buyurun.
Duyar duymaz üstüne geyikler başladı doğal olarak. Ben her nezle olduğumda söylerim "bu burunların yedekleri olsa da akmaya başlayınca bunu rafa kaldırıp sağlamını alıp taksak" diye. Fakat olay sadece akan burunla kalmıyor ki bu başlığı okuyunca...
Ne yani yakın gelecekte eczanelere gidip akan burnumuz yerine yenir bir paket burun, arpacık çıkmış göz için yeni bir paket göz, yüzerken su kaçmak suretiyle tıkanan kulaklarımız yerine yeni bir kulak mı isteyeceğiz? Eskiler ne olacak? Geridönüşümü nasıl sağlanacak? Bunlar renk, renk, model, model ve boy boy mu olacak? Boy demişken erkekler de şöyle bir beklentiye girer mi acep?
  • Viagra yerine 20 yaş klasmanından bir penis almak isterler mi?
  • Renk ve model seçenekleri olacaksa her ortamda geyiği dönen zenci penisine özenirler mi ? Yoksa gavur icadı mı sayılır?
  • Öküzcan Türk erkekleri "her gece kurufasulye mi yenir" sloganından yola çıkarak karılarına bir demet çiçek yerine geceyi "renklendirmek" için bir çift çekik göz, 95 beden göğüs paketi ve Jennifer Lopez kalçası ile tutar mı evinin yolunu?
Peki ya hatun kısmı?
  • "Eczacı bey evladım (80'lik haminne konuşur burada). Şu rafta duranı bana iyice bir paketleyip verir misin?" der mi acaba 90 beden, damla model 20 yaş göğüslerini anlatmak için.
  • Yeni moda estetik ameliyatları yerine genç hatunlar eczane kapılarında sıraya girer mi memeleri büyütmek, dikleştirmek için falan?
  • Hatunların da pek tabii hakkıdır bu her gece kurufasulye olayına isyan etmek. Onların reçetesi de bir adet zenci penisi, 1 paket baklava(göbek için olanından!), 2 adet kol kas paketi ve sıkı bir kalça mı olur bu durumda?
Eczaneler paranın dibine vurur böyle bir durumda bu memlekette. Demedi demeyin ve hemen gidin yeğen meğen ne varsa eczacılık fakültesine gönderin de diploma karaborsaya düşmeden kapın ailecek bi tane. Bizden geçti gitti zira...

28 Eyl 2010

Koş Nzn Koş!!

Kesin birileri böyle bir şeyler dedi bi yerlerden. NzN koşsun!!
Kim dediyse kına yakabilir istediği yere zira ayaklarımın totoma vuracak kadar vakti bile kalmıyor hızdan.

Ev bitti biter durumda. Derdim sevgili gelmeden onun eşyalarını yeni eve taşımak ve yeni evle hoş geldin demek. Pazartesi sabahı sevgili geliyor. 3 haftadır yok. 4 gün kalacak ve tekrar gidecek. 3 hafta daha. Zor di mi??  Bence zor valla...Öyle dipdibe cık cık yaşamak da istemem ama kardeşim bu kadar da uzak kalmak olmasın yaa...
Neyse...
Dün sabah İgdaş geldi doğalgazı açmak için. Gerçekten sistemli çalışan nadir kuruluşlardan biri memlekette. İgdaş gitti, ankastreleri getirdiler. Daha onlar gitmeden tesisat ustamız geldi ki  bu aralar hayatımıza giren ustalardan yaka silkmek üzereyken beğenilen birinin olması bir mucize! Ustalara dert anlatmak bir olay. Anlattığını anlayıp anlamadığını anlayabilmek bambaşka bir olay. Anlaşıldığını düşündüğün şeyin gerçekleşmiş halini gördüğün zaman yaşadığın "deneyim" paha biçilmez!!!!
Ankastreler Boch marka. Servis gayet güzel geldi, montajı yaptı ve gitti dün. Gitmeden önce gaz kokusu aldım ve adamlara söyledim. "fırını yaktık ya hanımefendi ondan geliyor" dediler. "ama baya gaz kokusu alıyorum" dememe rağmen aynı şeyi tekrarladı ve gitti. Ben de arkalarından koşa koşa İkea'ya eksik ahşap yağı, süpürgelik falan almaya. Ben reyonlar arasında kendimi kaybetmiş durumda her şeyi almak isteyen içimdeki arsızı azarlarken telefon çaldı. Arayan tesisat ustamız. Ocak gaz kaçırıyormuş. Doğalgazı kapatmış. Boch'u aramam gerekiyormuş. Nasıl sinir oldum. Dedim ben o gerizekalılara çünkü. Pardon yani gerizekalı demekten kendimi alıkoyamayacağım zira gerzeklik değil de nedir bu??? Leş gibi kokuyordu etraf. Ben aldım kokuyu. Hadi senin burun deliklerin kıllarından dolayı tıkanmıştı da beni niye savıyorsun ki başından. Kontrol etseydin ya. Allaahh Allaahhh....
Uzun lafın kısası geri geldiler ve yaptılar. Gece de evde bi dünya eşya topladım. Evde koliler hazır.
Bu sabah da pimapenciler geldi. Bekle bekle kaça kadar gelemediler gerçi ama neyse ben anahtarı bırakıp koştum ofise. Ben yokken geldiler. Taktılr ve yine ben yokker gittiler. Gün içinde toplantılar. Koşturmalar derken akşamüstü de avukatlarla toplantıya gittim. Bu hastaneye ne derece kıl olduğumu daha önce okuyanlar bilir. Satır aralarında geçti. Bakalım bir şeyler yapabiliyor muyuz?!!
Oradan koşa koşa Koçtaş'a. Eksik lambalar alındı. Ustamızın "düy al düyy" demesiyle Koçtaş'ın lamba yetkilisi arkadaşa rezil oldum anacım. "düy diye bi şey varmış. gömme dolabın aydınlatması için" dedim ve adam bana "duydur o" dedi de kendime geldim. Biliyorum duyun ne olduğunu da düy ne anacımmm. Ben de gömme dolaba özel bir sistem sandım. Çok avrupaiyim gördüğünüz üzere hep sistem, hep sistem :)) Evi yaptırmaya başladığımızdan beri  hayatımda duymadığım o kadar çok şey duydum ki bu düyü de bi halt sandımm. Şiveyi atlamışım ben :)) eki eki diye gülüşerek vedalaştık lambacı arkadaşla. Gününün eğlencesi olmuşumdur heralde. Ne güzel işte!
Koçtaş'tan koşa koşa karşıya geçtim. Bir de iğrenç köprü trafiği öptü beni akşamın 8'inde!! Koşsun demiş ya kim dediyse :)
Bi de arabanın lambaları bir anda güç kaybetti, adam gibi aydınlatmıyor. Neden ola ki acep?Akü müdür?

Şimdi eve geldim.
Elimde çayım.
Belimde ağrım. ,
Ayaklarımı zonk zonk zonk'lar mesken tutmuş. Üstüne rutin hatunsal ağrılar eklenmiş halde koltuğa yapıştım. Hani biri beni yıkasa, paklasa da şu koltuğa pijamalarımla geri koysa ne şahane olur ahhh ahhh....Yapmışken bir de sıcak çay verdin amaa...

Yarın sabahın 7:30'unda evi temizlemek için 2 hatun gelecek. Gün içinde marangoz (içimi yedi yedi yedi yedi de hala bitiremedi ahh ahh pek dertliyim bu konuda) gelecek. Eksiklerini tamamlayacak. Elektrikçi gelecek lambaların hepsini takacak. Akşama boyacılar gelecek üst katın boyasının üstünden geçecekler. Perşembe günü evin son kat boyası yapılacak ve parkeler cilalanacak. Cuma-Cumartesi cila kuruyacak ve Pazar günü de eşyalar taşınacaaak. Yani inşallah!!! Dua edin de bitsin artık yaa ben bittim bitecem yoksa ha!! Demedi demeyin. Enerjim de bi yere kadar anacım. Bari ofis tımarhane moduna geçmemiş olsaydı. Orası da ayrı bir dünya. Bu haftaya yetişmesi gereken milyon iş olduğundan işlerin başında da duramıyorum evle ilgili. Git-gel-git-gel-git-gel......












25 Eyl 2010

İyi Gün Dostu Olur mu?

Sadece iyi gününde, gülerken ve özellikle güldürürken yanında durup, yaslanacak bir omuz ya da sadece yanında bir nefes, bir varlık istediğin zamanlarda yanında değilse zaten nasıl dost dersin ki??

Dolayısı ile iyi gün dostu gibi bir kavram saçma!! Onlar eğlencelikler oluyor kanımca.

Dost dediğin iyi gününde, kötü gününde, hastalıkta sağlıkta yanında olandır. Koca gibi yani :)
Hele ki senin bile birilerinin varlığına  ihtiyacın olduğunu farkına varmadığın zamanlarda dizinin dibinde nefes alıp veriyorsa işte o kaymaklı dosttur...Sıkı tutunun onlara. Kaybetmeyin. Öpün. Koklayın. Sarın. Sarmalayın. Gülün. Güldürün. Omuz olun. Ses olun. Neşe olun. Kum torbası olun. Dilsiz olun yeri geldiğinde. Susmaz bilmezin önde gideni bayrak sallayanı da olun ihtiyaç olduğunda. Hasta olduğunda, hastalıkla uğraştığında sakın ha yanından ayrılmayın. Bir kahve verin. Bir sigara yakın. Arada omuzuna dokunun ama en önemlisi yüreğinizdeki sevgiyi daha da bir parlatın...

Kıymet bilin kısaca. Sevgi tek değerlidir bu hayatta...

Tüm DOST'lara...


22 Eyl 2010

Sevgilinizle Birlikte Tuvalete Girer misiniz? Dahası Kucağına Oturur musunuz?

Şaşırdınız mı bakalım başlığı okuyunca??
Bu hikayeyi yaklaşık 2 yıl önce duymuş ve kendimi sandalyeden atmak suretiyle katılmaktan kurtulmuştum. Bir bayram akşamı rakı masasında kafalar güzel olunca erkek tayfasının muhabbetin dibine vurması ile başlayan bu geyik o gün bugündür ara ara gündeme gelir ve aynı derecede keyif verir.
Genel sohbet erkeklerin kız arkadaşlarının yanında gaz çıkarması ile başladı. Bunlar anlattıça coştu, coştukça anlattı da anlattı. Yok efendim bundan daha doğal ne olabilirmiş. Her gaz çıkarmaları gerektiğinde tuvalete mi taşınacaklarmış, doğallık buymuş, yakınlaştırırmış,mış, mış, mış...
Yatakta yatarken kız tuvalete gittiği anda yorganı havalandırıp kokuyu bertaraf eden mi istersiniz, ilişki ilerledikçe yavaş yavaş gaz çıkartarak kızları duruma alıştıran mı istersiniz ne ararsanız vardı o gece.

Gaz çıkarma olayından sevgilinin yanında tuvalete girme olayına zıpladı konu tabii. Biz kızlar yarıldık, koptuk, öldük gülmekten... Bir yandan güldük, bir yandan inanamadık, bir yandan da itiraz etmeye kalktık. İtiraz girişimlerinde hepsi birden savunmaya geçti yine. Meğer ne dertliymiş erkek tayfası bu konudan yana...
Aslında birbirinin yanında tuvalete giren çiftlerin hikayesini daha önce de çok duymuştum. Hatta hatun kısmı da bu konuya "doğal" bakabiliyor. Ben şahsen karşıyım anacım. Yuh artık yani tuvalette de doğallık mı olurmuş!? Yani aslında orada dönen olay en doğalı ama :))
Doğallıksa benim doğallığım başkasına ne ayol. aaaa o kadar da birbirinin hayatına girer mi insan?
Yıllarca totomu yıkamış anam olsa istemem. Gerek yok!
Neyse yine lafı uzatıyorum.
Aynı tayfa tabii ki bu konuyu da pek doğal olarak karşılayarak inanılmaz hikayeler anlattı bunun üstüne. En çarpıcı olanı yazıyorum sıkı durun hatunlar da gayet "doğal" olabiliyormuş demek ki.
Çapkın, oynak arkadaşlarımızdan biri kafası da bir milyon olduğu için aldı eline sazı başladı çalmaya. Bir gün sevgilisiyle evde takılıyormuş. Tuvalete gitmesi gerekmiş. Kapıyı da açık bırakmış. Doğalız ya kapı kapatmaya ne gerek var. Bu ara hatun da girmiş tuvalete arkasından ve gitmiş tuvalette oturmakta olan sevgilisinin kucağına oturmuş!!
Çüşşş!!! Bu da doğal değil heralde ?? diye ağzımızdaki rakıları püskürtüverdik suratına. Bizimki bir gevrek bir gevrek ki sormayın. Oğlum eroin mi almıştınız kokoin mi çekmiştiniz nedir yani diye sorular geldi tek tek. Artık bu noktada hemcinsleri bile destekleyemedi ama gururla gülmeye başladı hepsi :)) Gecenin sonuna kadar geri kalan erkekler bu hikayenin üstüne çıkabilmek için sidik yarıştırıp durdurlar ama nafile çıta feci yükselmişti bir kere. Biz kızlar da arada geyik hikayelerle eşlik ederek sabaha kadar geberdik gülmekten pek tabii:))
Hayatımın hikayelerinden biridir bu benim. Nerden geldiyse geldi aklıma şimdi bir anda.

Siz girer misiniz canlar cinler sevgilinizle tuvalete? Hadi girdiniz diyelim oturur musunuz, oturabilir misiniz kucağına??

21 Eyl 2010

Yaz Bitti mi Gerçekten? Ayı Olur musunuz Benimle Birlikte?

Ben daha yazın geldiğini anlayamadan bitti mi yani?
Kışı sevmeyen, ısınamayan, kış boyunca tir tir titreyen zavallı bir insan evladı olarak bir hüzün kapladı bu sabah içimi. Ne giyeceğimi bilemedim.
Sıcak desen sıcak değil. Soğuk desen soğuk değil. Ara ara gayet soğuk geliyor, ciddi ciddi ısırıyor bedenimi. Sonra birdenbire menopozlu hatunlar gibi ateş basıyor. Sonra ürperiyorum bir anda. Dengesiz işte.

Daha denize girecektik hani? Hani bronzlaşacak, deniz kenarında buz gibi bira içerken kitaplara gömülecek, bunalınca cup! diye denize atlayıp serinleyecek, bol bol balık yiyecek, akşamları buz gibi mojitolar, biralar, demi sek şaraplar içecek, deli gibi dans edecek ve eve girmek istemeyecektik. Nooolduu hayat de bakalım?? Alacağım olsun! Seneye yaza bu yılın hesabını da sorarım bak demedi deme!! Yazıyorum ki sonra suratına çarpma şansım olsun.
 Kış geliyor, yağmur, çamur, su dolu yollar geliyor yavaştan yavaştan üstümüze doğru. Böyle düşününce gerçekten yüzüm düşer gibi oluyor. Sevmiyorum kışı,soğuğu. Beceremiyorum o soğuklarda yaşamayı. Abartıyorum gibi görünebilir ama gerçekten  kış boyunca ayaklarım ve burnum ısınmıyor, ısınamıyor, ısıtamıyorum ne yapsam. Dışarı çıkmak bir eziyet haline geliyor. Soğuk bir yandan, memleketin leş sokakları diğer yandan nerede isyan ettirebileceklerini deniyorlar sanki. Dolayısı ile kış ne kadar geç gelirse o kadar iyi benim için...
Sevmiyorum soğuk havaları, istemiyorum üşümeyi, redediyorum bu yıl kış ayını. Demiştim ya hani ayı olsak ne şahane diye.
Tekrarlıyorum:
Ayı olalım.
Hep birlikte ayı olalım ama. Bir tek ben uyursam o zaman da aklım kalır, hayat kaçar :)

Ayı olur musunuz benimle birlikte???

20 Eyl 2010

Haberler, Haberler, Haberler...

  • Haftasonu babişin yanına gittik. Hatta 2 gece 4 saatlik izinler alarak babayı eve kaçırdık. Bir iyi geldi, bir iyi geldi anlatamam size. Gözleri boncuk boncuk kahkahalar attı güzelimin. Her gelişin dönüşü zorlu oldu tabii. Bizi evde bırakıp tekrar hastaneye dönmek zorladı. Kimseler bi şey demesin çok haklı. ÇOOK.
  • Dün İstanbul'a dönerken abimin yavrusunu ve kocaman kocaman 3 valizini de aldık geldik. Yavru üniversiteye başlıyor. Başladı hatta. Elime doğdu bu velet. Şimdi oldu kocaman bir "minik kadın"  :)
  • Ailecek vedalaşmak üzere hastane bahçesinde toplandık. Çay, ayran falan içtik ve öpüş-kokuş-sarıl seanslarından sonra arabalara dağıldık. Babam, canım babam minik torununu üniversiteye, kocamış yavrularını ise evlerine yolcu ederken artık tutamadı kendini ve koyverdi gözyaşlarını titreyen çenesini tutmaya çalışarak...Arkamızda kaldı. Kalakaldı. Duydum annemden ne akşam ne de bu sabah yememiş, yiyememiş...Bilirim, anlarım, tahmin ederim içinde kopan fırtınaları...
  • Akşam ablam bizi yurda bıraktı ve kendi yavrusuyla evinin yolunu tuttu. Küçük hala olarak ( tabii ki bana abla diyor :)) yerleştirme işlemleri bana kaldı. Zaten haftasonu hastane koşturmacasından geberme noktasına gelmiş olan NzN valiz aç, derle, topla, yerleştir, yıka, pakla, kaldır derken eve geldiğinde bitmişti. Yavruyu yurtta bırakmak ayrı bir heyecandı. Özel yurt olunca bildiğiniz 5 yıldızlı otel odasından farksız bir yerde kalıyor aslında...
  • Ev işleri artık toparlanıyor. Ne bitmez işmiş anacım bu usta-pasta işleri böyle!!! Anamdan emdiğim sütü burnumdan getirdiler. Zaten boktan bir döneme denk geldi biliyorsunuz. 3-4 haftalık iş 3 ayın sonunda bitiyor gerisini siz düşünün. Fakat pek içime siniyor bu kutu ev :)
  • Mutfak, banyo, gömme dolaplar, duşakabin, yatakodası dolapları, elektrik vs işlerinin hepsi bitti. Ufak tefek işler kaldı. Tuvalet kağıdı asma zımbırtısını seçmek bile pek büyük bir olay anacım benim için. O kadar çok seçenek var ki etrafta. Hepsini istiyoruumm. Kulpları aradabir değiştireceğim misal. Yazın başka, kışın başka kulplar kullanacağım.
  •  Evin her yeri beyaz. Bembeyaz bir çatı katı oldu. Pek entel bir o kadar dantel ve minnak bir ev yavrusu oldu boğaz göreninden.
  • Ben şu anda 3 odalı bir evde tek başıma yaşıyorum. Bakalım o ev yavrusuna 2 kişi nasıl sığacağız. Sevgili için sorun  değil aslında. Yavrumun eşyalarının  benim eşyalarımın yanında bir iddiası bulunması mümkün değil. Bakalım bu NzN daha neler öğrenecek bu hayatta... Taşınırken atılması gereken milyon tane eşya olacak ahhh ahhhh....
  • Bir de pencere doğramalarının değiştirilmesi gerekiyormuş. O eksikti tam oldu!! Masraflar bitmiyor, bitmiyor, bitmiyorrr....
  •  Ev yaptırmayı planlayanlar kenara fazladan para atmayı sakın ha unutmayın derim. Zira planlananın üstüne rahat rahat çıkabiliyor bu anasının gözü masraflar...
  • Şimdiki derdim traverten taş kaplamasını pek iyi bilen ustalar bulmak! Sabahtan beri deli gibi döne döne mimar arkadaşlardan bu işin ustasını arar haldeydim ki biraz önce buldum. Canım Ayhan Usta bakalım bu işi süper bir şekilde kotaracak mı?!! dın dın dın dın dıınnnn... Haberdar ederim.
  • Yeni sandalye almayı planlıyorduk aslında ama beğendiğim sandalyelerinin en ucuzunun tanesi 150TL olunca pek manasız geldi. Boğazıma bir şeyler oturuverdi. Artık daha fazla para harcamak istemiyorum. Yetti. Çözüm yine süper marangozdan geldi. Benim evimde bayıldığım sandalyelerim (ahşap-huş) renkten dolayı kaybediyordu. Şimdi onlar zımpara, macun ve bir de mat lake boya yedi mi mis gibi beyaz sandalye olacaklaarr.... Yeni masayı da huş rengi düşünüyoruz zaten. Beyaz sandalye, huş masa ve sandalyelere de renkli, cici minderler koyduk mu şahaneee!! Hemi de tanesinin bakımı 50TL'ye geliyor :)
Bende durumlar budur canlar cinler. Bu ev hikayesi bi bitse, hastane olayına mührümüzü bi bassak...
Elimize şarapları alıp şöyleee bir yayılabilsek denize karşı  bir ohh çekeceğim ki hangi dağlar inler bilemem...
Ben gidiyorum şimdi. Evden sandalye taşımalı ve sonra ofise gelip ilan yetiştirmeliyim. Ha bir de stand yetişmeli bu haftasonuna.

Hadi bir güzel enerji gönderin bana da artık işlerim yolunda gitsin olur mu?!

Öperim kocamanından hepiniziiii.

16 Eyl 2010

Türkler Eşekten Motora Geçiş Yaparsa Hoşaftan Anlar mı?

PES!!!
Bu kadarına gerçekten pes...
Dediğim gibi eşekten motora geçiş yapan memleketim insanının görüntüsü bu.
Almanya ile Türkiye arasında sıkışıp kalmış ne Almanya'lı ne de Türk olmayı becerememiş "nesil" gibi bunlar da arada derede bi yerlerde kalmışlar.
Kalkıp güvenlik falan filan desen teehh!! der de anlamaz seni. Evrimi o yönde değil naaapsın garibim! Ne desen boş yani. Eşek hoşaftan ne anlar!!
Kendi evrim çerçevesi içinde ve bu koşullarda "yaratıcı" bile diyebiliriz yaklaşımına. İçler acısı tabii ki ama böyle işte...


haberin tamamı için buyrun

15 Eyl 2010

2. Ay Dönümü ve Babamdan Sizlere Selam Getirdim...

Bugün tam 2 ay oldu hastanelerle haşır neşir olmaya başlamamız. 2 ay önce bugün babamı güle oynaya gönderdik o kateter laboratuvarına. 2 ay sonra bugün ise Edirne Tıp Fakültesi'nde Enfeksiyon Bölümünde yatıyor babam.
2 ayda kalbi 20dk durdu. 4 gün yoğun bakımda kaldı. Eve çıktı ve 2 gün sonra tekrar şeker komasına girerek yoğun bakıma kaldırıldı. 7 gün daha yoğun bakımda kaldı. 12 gün hastanede yattı. Hafızayı kaybetti. Kaburgalarında 8 kırıkla 1,5 ay yaşadı. Ciğerleri su topladı. Bu arada hafızayı geri kazanmaya başladı. Hep güldü hep gülmeyi denedi. Tekrar taburcu oldu. Çiş yapamaz oldu. Sonda takıldı. Sondayı çıkarma denemeleri 2 defa acilde tekrar sonda takarak sonuçlandı. Edirne'ye gitti. Edirne'de yattı. Yeni doktorları oldu ve tekrar tekrar kan verdi. EKG çekildi. Sonda çıkartıldı ve çiş yapabilmeye başladı. Hep güldü hep gülmeyi denedi. Çiş yapabilmek öyle pek ucuz olmadı. Enfeksiyonla taçlandırıldı bu başarı. Yine hastaneye kaldırıldı. Güldü ve hala gülüyor. Sadece akşamları içine ciddi bir sıkıntı çöktüğünü ve ağlamaklı olduğunu söylüyor. Yeni söylemeye başladı bunu da. "Ağla babacım ağla. Yaşadıkların öyle hap gibi yutulur şeyler değil. Tutma kendini. O kadar güçlü olmak zorunda değilsin" dedim de yine de ağlamadı. Yüzü düştü sadece.
 Ben olaya şu yönden bakmayı tercih ediyorum:
Bu operasyon olmasaydı babam her an kalp krizi geçirip bir yerlerde pat! diye kalabilirdi. Bu operasyon ile rektifiye ediyoruz.Umarım yani... Bu son enfeksiyon olayı da noktası olacak. Hatta üstüne mümkünse mühür basmak istiyorum ki bir daha açılmasın!!
Hastane odasında bile kendimize eğlenceler bulduk inanın. Gülmek için elimizden geleni yapıyoruz. Neşeyi severiz biz ailece. Babam bile "Ne kadar güzel bir adamsın sen böyle amcacım. Gözlerin hep gülüyor senin" diyen doktorlarına "ahh ben aslında hep gülerim. Bakmayın şimdi canım acıyor diye o kadar gülemiyorum. Gönlüm hasta benim" diye cevap veriyor gülerek. Artık yeter bu güzel adama bu kadarı. Yetti bence!!

Dün gelen yorumlardan sonra babama dedim ki "Bak bütün arkadaşlarım her gün arayıp seni soruyor, merak ediyor ve sana güzel dileklerini gönderiyorlar. Ayaklan diye beklemede herkes. Kimisi senin için rakı içiyor. Bazısı dua okuyor. Bazısı ise seninle güzel anılarını anlatıp anlatıp gülüyor.  Hadi dostum az kaldı artık mangal bizi bekler". Anlatamadım tabii ki blog dünyasını O'na. Fakat sizlerden gelen güzel dileklerin hepsini tek tek anlattım. Anlatmak istedim. Bayılır kalabalık ortamlara. Misafir ağırlamalara. Merak edilmeyi ve sevilmeyi de ayrı bir sever.

 Sizlere bir mesaj gönderdi babam:

"Bütün arkadaşlarına çok selam söyle. Çok iyi baksınlar kendilerine. Gülsünler. Bir de öptüğümü söyle. Rakıyı da buz gibi içsinler. Ayaklanınca gelsin hepsi de çiftlikte mangal yapalım, birlikte rakı içelim. Kutlayalım."

14 Eyl 2010

Şom Ağızlı mıyım Ne!!

Hay bin kunduz!! Çenemi, klavyemi tutsaydım da babam ne kadar iyiye gidiyor demeseydim mi acaba?!! Var mıdır bu nazar denen olay gerçekten? Yoksa kuantumcuların dediği gibi nazar en çok inananların başına mı gelir? Bilmiyorum. Bilemiyorum...
Doğru bildiklerim, inandıklarım, savunduklarım şaştı artık. Her şeye bel bağladım. Bilmediğim, hiçbir zaman öğrenmediğim  duaları bile okur haldeyim inanın.
Çarşamba günü koştura koştura işlerimi halledip babamın yanına gittim. Kocaman kocaman öpeyim diye üstüne atladığım sırada farkettim ki ateşi var. Başımıza gelenlerden sonra ödüm patladığı için hemen doktorları arattım abime ve apar topar hastaneye götürdük babayı... Bir baktık ki tansiyon 8/4 olmuş. Ayağa kalktığı zaman denge bozuluyor, gözler kararıyor falan. Ateş düşürücü ve tansiyon dengeleyici ilaçlardan ve serumdan sonra eve döndük. Gece zor geçti. Ateş yükseldi. Tekrar düştü falan...
 Ertesi sabah yani bayram sabahı ayağa kalktığı zaman denge sorunu yaşamaya başladı babam. Doktorlarını tekrar aradık ve koşa koşa hastaneye gittik. Tansiyon yine düşmüş. Bu sefer farklı testler yapıldı ve gördük ki idrarda ciddi bir enfeksiyon var. Bol lokosit, yer yer küme lokosit yazıyor test sonucunda. İdrar yolu enfeksiyonu. Meğer uzun süre sonda kullanan hastalarda çok sık rastlanan bir durummuş bu. O gün serumları yedik ve özel hastanenin altıyapısı yetersiz olduğu için Tıp Fakültesi'ne sevk edildik. Bu Tıp Fakültesi de ayrı bir hikaye konusudur ya neyse...Kimseleri düşürmesin, düşmek mecburiyetinde kalanlara da katil olmamaları için yürek gücü versin diyerek geçelim...
Acilde 3 saat geçirdikten, akla hayale sığmaz olaylar yaşadıktan sonra doktorları babamı yatırmaya karar verdiler. O arada idrar kültürü alındı. Test sonucu da en erken 48 saat sonra çıkar dendi. Allahtan güzel ve özel bir odaya denk geldik. Büyük lüks o şartlarda. Odada 2 yatak. Odanın içinde özel tuvaleti falan var. Kültür sonuçlarında bakteri tespit edildi. Buna göre tedavi başladı ve şu anda babam hala hastanede...
Tedaviye cevap veriyor. Fakat tedavi bitmeden hastaneden çıkartmak istemiyorlar. Yaşadıklarını gözönünde bulundurunca haklılar. Kalsın. Bu da artık son nokta olsun lütfen. Bu bakterinin de kıçına tekmeyi basalım ve bitsin artık bu olay...
Hastanelerden, doktorlardan o kadar sıkıldım, sıkıldık ki anlatamam. Babamın durumunu yazmıyorum bile...
Güzel kalpli, canım babam benim bizi üzmesin diye ağzını açıp söylenmiyor bile ama biliyorum ki 2 aydır yaşadıklarından dolayı artık canı burnunda. Canımız burnumuzda...

7 Eyl 2010

8 ayın çarşambası...

...2 güne denk gelirse ne olur? Ne olacak olan zavallı bana olur!! Ayaklarım totoma çarpa çarpa koşturur halde yaşıyorum son zamanlarda. Yapılacak bir sürü iş var ve her daim içlerinden seçerek "en acil" konseptine girenleri yaparak devam ediyorum hayata. Eee hal böyle olunca da doğal olarak o liste hiiç eksilmiyor. Ne uyuz di mi? Olsun ben mutluyum. Babam iyi daha ne olsun :))

Biliyorsunuz bu yaz babacığımın hastalığı yüzünden balyoz yemiş halde geçti. Ailecek toparlıyoruz kendimizi yavaştan. Bugün güzel bir haber geldi mesela. Babamın sondasını tekrar çıkartmayı denediler (hastaneye yattığından beri 3 oldu deniyoruz ve prostat çok büyüdüğü için bir türlü olamadı ve her seferinde tekrar takıldı o sinir bozucu zımbırtı) ve biraz önce hayatımda en çok sevindiğim çiş haberini aldım!!! ta ta ta taaa babam çişini yapabildi. Tekrarlayabilecek mi diye heyecanla bekliyoruz. Dua edin. Siz de dua edinn. Dua edin olur mu? Duaya inanmayan gülümsesin babamı düşünerek. Kendisi pek güzel güler. Gülen insana da ayrı bir bayılır laf aramızda :)
 Yaz yaz bitmez. Hızlıdan maddeler halinde update vererek kaçıyorum. Çok da umrunuzdaymış gibi sanki benim  hayatımda neler olduğu :)
  • Babam toparlıyor. Ciğerlerdeki su geçen hafta itibariyle bitti. Cadı bir insan olduğum için nazara mazara inanırım ben. Ondan dolayı pek baba haberi geçmiyorum detaylı olarak. Bomba gibi olunca yazarım toptan belki... Kalp büyüklüğü normale döndü. Kaburgalardaki kırıklar geçti. Beyindeki ödemler için kullandığı ilaçları bıraktı. Hafızayı yakaladı!!! Arada minik şeyleri hatırlayamasa da hiiiç enemli değil o kadarı. Sadece tansiyon sorunları devam ediyor ama son 2 gündür o kısım da baya bir iyi. Tek sorun sonda. Onu da halleder gibiyiz. Demiştim size öpe-koklaya-seve seve iyi edeceğiz diye...
  • Hatırlarsanız ev almıştı sevgili ve bir heyecan içini yaptırmaya başlamıştık. Hastane olayları ile birlikte o evi rafa kaldırdık. Ustaları durdurduk falan...Son 2-3 haftadır indirdik raftan ve tekrar toparlama girişimlerindeyiz. Ne zor şeymiş anacım usta-pasta olayları... Laf anlatmak ayrı bir zor. Anlattığın lafın anlaşıldığını anlamak ayrı bir hikaye. Anlaşılanı hayata geçirtebilmek bambaşka bir hikaye :) Ev ciddi ciddi toparlandı. Altyapı tamamen değişti. Boya-badana işleri bitti artık sadece dolaplar kaldı ki onları da ustalar bayramda da çalışarak bitirecekler ve biz bayram sonrası hafiften taşınacağız. Sanırım. Umarım...Adamları bayramda ben çalıştırmıyorum zalim demeyin bana. Kendileri geciktiler ve yetiştirmeye çalışıyorlar şu anda... Dolayısı ile çalışmaları pek doğal. Bence yani...
  • Son eksikleri tamamlamak ve hayata yetişmek  için sevgili NzN'nin son haftasını  şöyle özetleyelim; Bir bakmışsınız NzN marangozhanede. Bir bakmışsınız Koçtaş'ta . Sonra bir anda zıplamış ve İkea'ya gitmiş. Kaşla göz arasında oradan Tepeüstü'ne giderek duşakabin, batarya falan seçmiş. Bu 2 mekan aralarında gidip gelirken 1808 mail atmış. 15 toplantıya girmiş. Toplantılardan hiç bir sonuç alınamamış. Tekrarlanacak. Arada Edirne'ye babasına gitmiş. Yayına yine acil film yetiştirilmiş. Yurtdışından 2 ayrı arkadaş grubu ağırlanmış ve 2 ay aradan sonra resmen çakırkeyif olmuş. Ofis işlerini bir türlü toparlayamamış. Bu halde akşam evde çamaşır yıkamış ama eve 10'da gittiği için komşudan da şikayet almış.Ofiste pıtır pıtır çalışırken  bir anda doğal taşlar için renkli derz alınması gerekmiş Weber'in genel müdürlüğündeki temsilcilerle kanka moduna geçilmiş. Ustalara bu işin püf noktalarını anlatan broşürler bile edinilmiş. Derzleri eve hangi arada ve nasıl teslim edeceğini hala kara kara düşünürmüş müş müş...
  • İş çıldırmış durumda. Durdular durdular bayram tatilini beklediler ve saldırıya geçtiler sevgili gavurcanlarımız. Kesin!! Kaç hafta önce onaya gönderdiğimiz işlerin revizeleri dün itibariyle yağmaya başladı. Şenlikli bir hayat var ofiste. Acil yayına girmesi gereken kampanya filmleri mi istersin? Yoksa bayramdan önce tasarımının bitmiş olması gereken poster, broşür, stand mı?? Seç-beğen-al. Bende hepsi var :)) Dün herkes U2 dinlerken ben revize dinliyordum misal...
  • Anladım ki bizim bayramlarımızın gavurcan arkadaşlar üstünde bir etkisi yok. Onlar için varsa yoksa Noel, Paskalya falan.. Uleynn sizin dininiz din de bizim ki patlıcan mı??!! HAYIR!! Benim daha çok tatil kısmı ilgimi çekiyor gerçi :)
  • Bu sene deniz suyunu sadece burun yolundan o da deniz değil okyanus suyu olarak deneyimledim. Ohhh sefam olsun siz denize girin ben okyanus suyuyla hem de yerimden bile kıpırdamadan yıkanabiliyorum. Yalan be yalan!! Çatlıyorum olduğum yerde... Tatile ihtiyacım var aslında ama ilk hedef babayı bomba gibi yapmak!!! Hadi babacığım hadiiii
  • İşler yetişseydi bu akşam koşa koşa dizinin dibine gidecektim babacığın ama gavurcanlarım sağolsun. Allah eksik etmesin başımızdan. Bir de bol para verseler bak daha ne dualar öğrenirim onlar için. Hemi de Arapça... Yok yok paraya değer vermem ben :)
İşte böyle... Yok mu yardım etmek isteyen? Hepiniz mi tatile gidiyorsunuz yoksa???

5 Eyl 2010

Ağlayın! Siz de Ağlayın!

Pek yeni keşfettim ağlamanın ne kadar güzel, ne kadar hayata dair ve bir o kadar da canlandırıcı, keyifli bir şey olduğunu...

İçin şişer şişer sonra bir bırakırsın kendini böyle böğüre böğüre, hıçkıra-tıksıra, içini çeke çeke, salya -sümük ya da sessiz, sakin, damla damla ağlarsın, akarsın...
Akan gözyaşları ile birlikte sen de yavaş yavaş hafiflemeye başlarsın. Nefes alır hale gelirsin tekrardan. Artık ağlayamaz duruma geldiğinde daha 'hafif'' bir insansındır. Geri gelmişsindir. Hatta garip de bir keyif kaplar içini ya da sadece benim içimi...
Mutlu olur yine ağlarsın, duygulanır yine ağlarsın, üzülür yine ağlarsın hatta sinirlenir ağlarsın, coşar ağlarsın. Her ağlamanın ardından bir rahatlama gelir ama mutlaka.

Ağlayamayan insanlar için üzülüyorum . Ne pis bi laf mesela "erkekler ağlamaz!" lafı.

Neden kardeşim? Neden erkek kişisi eksik kalıyor ki böyle bir güzellikten? İnsan olmanın güzel yanlarından biri bence ağlamak. Ota boka zırıl-tırıl ağlamaktan bahsetmiyorum. İçinin daraldığı, nefesinin kesildiği ve artık daha fazla o şekilde yaşayamayacak, taşıyamayacak durumda ağlamaktan bahsediyorum. Boşalmaktan bahsediyorum.

Her gün oturup ona buna ağlamak da olmaz ama! Mokunu çıkartmadan, karınca kararınca olacak. Erkekler de ağlasın, ağlamalı, ağlayabilmeli dedim de öyle aptal aptal sömürü ağlamalarını kastetmiyorum ben. O da hiç mi hiç çekilmez. Bunun ne kadın ne de erkek versiyonu çekilir bela. Başıma geldi bilirim. Koşa koşa "sen beni sevmiyorsun" diyerek kendini yatağa atmak sureti ile ağlayan ve bunu aynı hafta içinde en az 5 kere tekrarlayan bir adam olmaz. OLAMAZ! Alana mani olmayayım...

Neyse uzun lafın kısası eskiden ağlamamak için kendimi tutar. Güçlüymüş gibi yapardım. Şimdi geldimi yaşlar göz bebeklerine, koyveriyorum anacım ohhh bir de güzel oluyor ki sorma. Barıştım ben kendimle. Sulugöz asla değilim. Hayatımın her günü ağlayarak da geçmiyor ama ihtiyaç hissettiğimde, o yaşlar gözlerimde daha fazla zaptedilemez duruma gelince neden tutayım ki?? Bana zarar hem, sağlıksız bence :)

Ağlayın. Siz de ağlayın. Zorlamayın kendinizi. Barışın bu duyguyla. Toplum dayatmış bu saçmalığı bize. Kadın gibi ağlama! Erkekler ağlamaz! Sulugöz!

Sanane be! Bırak ihtiyacı olan ağlasın. İnsanlığını yaşasın. O güzelliği tatsın. Orgazm gibi bir şey bence bu. Sonrasında güzel bir mutluluk ve rahatlama kaplıyor insanın içini....

2 Eyl 2010

Kitaplık

Tarz olarak evimde istemem ama ofis için farklı  ve hoş çözümler bence :)





1 Eyl 2010

Teyze Olmak

Gerçekten muhteşem bir duygu...
Derlerdi de inanmazdım. Anne yarısı gibi hissediyorum. Evet hiç alçak gönüllülük edemem kusura bakmayın. Baya baya deli oluyorum velede. Bakınca içim titriyor. Koklayınca kendimden geçiyorum. Vakit nasıl geçiyor anlamıyorum yanındayken. Bende kaldığı zamanlar evimin rengi değişiyor. Benim enerjim yükseliyor. Pamuk gibi oluyorum. Parkta  koşarken, kaydıraktan kayarken ben de çocuğum, ben de saf sevgi, saf enerji ve saf ışığım yanında. Özüme dönmek gibi bir şey bu...
Hele bir de o minik insan elleriyle yanaklarımı tutarak "teyzeciğim" demiyor mu allaaahh bir havalara giriyorum ki sormayın.
Doğduğu gün, O'nu ilk gördüğüm an nasıl ağladığımı size anlatamam. Gözlerim kurbağaya döndü, şeklim kaydı, nefesim kesildi. O'nun sayesinde kendi kayınvalidemden önce ablamın kayınvalidesinden bir güzel azar bile işittim!! Uzun yıllardır beklenen bir bebekti zaten. Daha gelmeden çok özel olacağı belliydi. Öyle de oldu. Belki benim ablamla olan ilişkimden kaynaklanıyordur bu onu da bilemem. Her teyze benim gibi mi hisseder onu da bilemem. Ablam annemden ötedir bende. Doğal olarak onun yavrusu benim de yavrum gibi geliyor bana.
 Bu küçük yavru bugün anaokuluna, yeni bir okula başladı. Aslında 2,5 yıldır sabahtan akşama kadar kreşe gidiyor ve pek de keyif alıyordu. Fakat bugün hayatın farklı bir yüzünü görüyor bizim küçük insan. Yepyeni bir okul, yeni arkadaşlar, yeni öğretmenler, yeni sorumluluklar, yeni bir düzen ve en önemlisi yeni bir dil! Okulda sadece ve sadece ingilizce konuşuluyor. Kimseler türkçe konuşmuyor. Zor olan kısım ise bizimki şimdiye kadar çok temel ingilizce dersler aldı. Renkleri, sayıları, meyveleri, adını söylemesini falan biliyor sadece. Sınıfındaki herkes 2 yıldır orada okuduğu için şakır şakır ingilizce konuşuyor her bi haltı da anlıyor...

Bu sabah görmeniz lazımdı suratındaki ifadeyi. Ablamla birlikte götürdük okula. Dudaklar titrek, ses bir ton ince, gözlerdeki yaşlar zar zor duruyor ama kesinlikle ağlamıyor. Afferin koçuma benim!! Zırıldamadan halletti bu işi. Sadece deli gibi bir pazarlık var:
"Anneciğim sen gidince teyzem kalacak di mi benimle?", " Anne erken gel al beni, tamam mı?", " Teyze, sen buradasın di mi?" "Kaçta çıkacağım ben? saat 1:30'da almaya gelin beni ama tamam mı? Erken alın beni" gibi gibi söylendi...
Yemin ediyorum boğazıma oturdu bi şeyler. Sulugöz bi şey oldum zaten ota boka dolar halde bu gözler bu aralar. Belli etmeyeyim diye dudaklarımı ısırdım ve yavşak teyze moduna geçiş yaptım. "Koçum benim koçum, hadi bakalım çok eğlenceli olacak. Süper bi yer burası, şunlara baakk. Akşama neler neler anlatırsın sen bize" nidalarıyla öptüm kokladım, sırtını sıvazladım ve bıraktım okulda. Annesi daha önce çıktı ki ikimiz birden aynı anda gitmiş olmayalım...
Öğretmeni sınıf arkadaşlarıyla tanıştırdı ben gitmeden hemen önce. Nereden su içilir, dosyaları nerededir, oyuncaklar nerede durur, çantasını nereye asacak gibi bilgileri de benim yanımdayken ingilizce anlattılar ve sonra öğretmeni "Wanna play play-doh with your friends?" diyerek ellerimden aldı kuzuyu, masaya arkadaşlarının yanına götürdü. Tam yürümeye başlamadan önce teyze kıyağı ile kulağına fısıldadım;
"Play-doh oyun hamuru demek :)"