Eksik olduğunu, içinden bi şeylerin söküle söküle
alındığını,
gerçekten ulaşamadığını ve artık canının acıdığını hissettiğinde daha ne
yaparsın? Hala diretmeli misin acaba anlatmaya, anlaşılmaya? Şimdiye
kadar 6 defa aynı konuyu anlatmayı denemiş olmana rağmen. Bir noktadan
sonra karşındakinin de buna inanması ve seninle ortak hareket etmesi
gerekmiyor mu aynı hedefe gidebilmek için?
Sen istemeyi bil, hayal et, şekillendir ve işle
bilinçaltına, o zaman olacaktır istediklerin derken kuantumcular diğer
tarafta da Ben’lerden biri diyor ki herkes alması gerekeni alır bu
dünyadan, bu fiziksellikten. Alman gerekeni de her zaman en iyi şekilde
sen
bilemiyorsun malesef. Aslında yine de sen biliyorsun ama bu boyuttaki
sen değil
sanki o. İçerlerde bi yerlerde olmayı bekleyen sen versiyonu gibi.
Dolayısı ile bir yanım kuantum derken bu noktada
çelişiyor
muyum kendimle acaba demeye başlıyor diğer tarafım? Hani hepimizin
içinde 3-5
tane Ben’in farklı versiyonları var ya hah! İşte onlar tek tek çıkıp
fikir beyan ediyor. Aklım iyice bulanıyor o zamanda! Hepsi birden ben
değil
miyim sonuçta bunların? Berrak bir zihne ve hafiflemiş bir bilince
ihtiyacım
var sanki bu günlerde. Kendime dönmeli, içimdekilerin hepsini tek tek
dinlemeli, hepsine hesap sormalı ve hepsine de hesap vermeliyim. Karar
ne çıkar
bilinmez. Karar zaten fark etmez!
Ağır geliyor bu kadar gerçeklik ara ara. Ağır
gelmesi
canımı acıtmıyor, aklımı karıştırıyor, hemen olsun dedirtiyor sadece.
İçten içe
ihtiyacım olan şeylere sanki daha bi çabuk yakınlaşmamı sağlıyor.
Eskiden
hayata dair en büyük anlamı barındıran olgular artık anlamsız, görevini
tamamlamış, geride kalmış basamaklar gibi geliyor. Yerine farklı
deneyimler
koymalı. Yeni anlamlar katmalı. Bir kaç basamak birden ilerlemeli gibi
bir
duygu da var içimde. Henüz o kadar cesaret toplayamamışım içimde ki
adlandıramıyorum ve sadece hissediyorum. Önemli olan da bu değil mi
zaten. Adı
Ahmet olmuş, Zehra olmuş, Avrupa olmuş, Afrika olmuş kime ne!
Ne fark eder? Adı olmasın, yaşı olmasın, zamanı olmasın, tadı olmasın,
rengi
olmasın yine bilmez misin sen hoşuna gideni? İçten içe demez misin ki
işte
budur! Özün bilir, tanır. İşte ben bu iki duygu arasında gidip gidip
geliyorum
sanki . İstiyorum ki özümün istediği, ihtiyaç duyduğu olsun. Sonra
birden ego
beliriveriyor sahnede. Bir hava ki sorma gitsin. Ama nasıl da kazık
çakmışsa
içerilerde bi yerlerde onun da dediklerini kulak ardı edemiyorum bi
türlü. Ego
diyor ki “daha ne anlatacaksın! Sen bunu mu hak ediyorsun? Boşversene
kızım sen. Bak acıtırım canını sonra ha demedi deme!”. Sonra zihinden
ayrılmış bir bilinç geliyor ve diyor ki “ senin tek ihtiyacın olan şey
sevgidir bu dünyada. Gerçek sevgiyi keşfedebilirsin. O zaman bu illüzyon
zaten
kaybolacak. Sen içini dinle. Aklını verme egoya. Aklını bilincine sahip
çıkmak
için kullan sen. Sev her şeyi her zaman yaptığın gibi. Uyanık tut
bilincini. O
uyandıkça farkına var sen sadece. İşte bu farkındalık
seni götürecek
gitmen gereken yere”. Ego konuşurken farkına varmak istiyorum.
Aklım, bilincim çelinmesin istiyorum. Diyorum ya öyle bir kök salmış ki
kazımak
gerekiyor. Bu kazımalardır asıl canımı acıtan diyorum. Bazen dinliyorum
bazen
dinlemiyorum bazen de dinleyemiyorum. İsteklerim var, hayallerim var ama
ben de
varım. Sen zaten her şey değil misin? Her şeyi olan insan daha ne ister o
zaman
? Ego’yu fark etmek güzel bi şey. Ego’yu alt etmek ise tadından
yenmez olsa gerek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder