24 Nis 2010

Farkındalık

Eksik olduğunu, içinden bi şeylerin söküle söküle alındığını, gerçekten ulaşamadığını ve artık canının acıdığını hissettiğinde daha ne yaparsın? Hala diretmeli misin acaba anlatmaya, anlaşılmaya?  Şimdiye kadar 6 defa aynı konuyu anlatmayı denemiş olmana rağmen.  Bir noktadan sonra karşındakinin de buna inanması ve  seninle ortak hareket etmesi gerekmiyor mu  aynı hedefe gidebilmek için?
 Sen istemeyi bil, hayal et, şekillendir ve işle bilinçaltına, o zaman olacaktır istediklerin  derken kuantumcular diğer tarafta da Ben’lerden biri diyor ki herkes alması gerekeni alır bu dünyadan, bu fiziksellikten. Alman gerekeni de her zaman en iyi şekilde sen bilemiyorsun malesef. Aslında yine de sen biliyorsun ama bu boyuttaki sen değil sanki o. İçerlerde bi yerlerde olmayı bekleyen sen versiyonu  gibi.

Dolayısı ile bir yanım kuantum derken bu noktada çelişiyor muyum kendimle acaba demeye başlıyor diğer tarafım? Hani hepimizin içinde 3-5 tane Ben’in farklı versiyonları var ya hah! İşte onlar tek tek çıkıp fikir beyan ediyor. Aklım iyice bulanıyor o zamanda! Hepsi birden ben değil miyim sonuçta bunların? Berrak bir zihne ve hafiflemiş bir bilince ihtiyacım var sanki bu günlerde. Kendime dönmeli,  içimdekilerin hepsini tek tek dinlemeli, hepsine hesap sormalı ve hepsine de hesap vermeliyim. Karar ne çıkar bilinmez. Karar zaten fark etmez!
 Ağır geliyor bu kadar gerçeklik ara ara. Ağır gelmesi canımı acıtmıyor, aklımı karıştırıyor, hemen olsun dedirtiyor sadece. İçten içe ihtiyacım olan şeylere sanki daha bi çabuk yakınlaşmamı sağlıyor. Eskiden hayata dair en büyük anlamı barındıran olgular artık anlamsız, görevini tamamlamış, geride kalmış basamaklar gibi geliyor. Yerine farklı deneyimler koymalı. Yeni anlamlar katmalı. Bir kaç basamak birden ilerlemeli gibi bir duygu da var içimde. Henüz o kadar cesaret toplayamamışım içimde ki adlandıramıyorum ve sadece hissediyorum. Önemli olan da bu değil mi zaten. Adı Ahmet olmuş,  Zehra  olmuş, Avrupa olmuş, Afrika olmuş  kime ne! Ne fark eder? Adı olmasın, yaşı olmasın, zamanı olmasın, tadı olmasın, rengi olmasın yine bilmez misin sen hoşuna gideni? İçten içe demez misin ki işte budur! Özün bilir, tanır. İşte ben bu iki duygu arasında gidip gidip geliyorum sanki . İstiyorum ki özümün istediği, ihtiyaç duyduğu olsun. Sonra birden ego beliriveriyor sahnede. Bir hava ki sorma gitsin. Ama nasıl da kazık çakmışsa içerilerde bi yerlerde onun da dediklerini kulak ardı edemiyorum bi türlü. Ego diyor ki “daha ne anlatacaksın! Sen bunu mu hak ediyorsun? Boşversene kızım sen. Bak acıtırım canını sonra ha demedi deme!”. Sonra zihinden ayrılmış bir bilinç geliyor ve diyor ki “ senin tek ihtiyacın olan şey sevgidir bu dünyada. Gerçek sevgiyi keşfedebilirsin. O zaman bu illüzyon zaten kaybolacak. Sen içini dinle. Aklını verme egoya. Aklını bilincine sahip çıkmak için kullan sen. Sev her şeyi her zaman yaptığın gibi. Uyanık tut bilincini. O uyandıkça  farkına var sen sadece. İşte bu farkındalık seni götürecek gitmen gereken yere”.  Ego konuşurken farkına varmak istiyorum. Aklım, bilincim çelinmesin istiyorum. Diyorum ya öyle bir kök salmış ki kazımak gerekiyor. Bu kazımalardır asıl canımı acıtan diyorum. Bazen dinliyorum bazen dinlemiyorum bazen de dinleyemiyorum. İsteklerim var, hayallerim var ama ben de varım. Sen zaten her şey değil misin? Her şeyi olan insan daha ne ister o zaman ? Ego’yu fark etmek güzel bi şey. Ego’yu alt etmek ise tadından yenmez olsa gerek...

Hiç yorum yok: