28 Eki 2010

Şaşkoloz Ben

Hastane olaylarından sonra artık kendi  hayatıma dönmem ve gerçek anlamda sadece kendim için bir şeyler yapmam gerekiyor ki hayatın devam ettiğini hissedebileyim.
 Bunun için de en güzel yol seyahattir benim için. Demiştim. Bayılırım yollara, yeni yerlere...
Bayram tatili için hemmen bir seyahat organizasyonuna giriştim pek tabii. Uzun zamandır konuşuyorduk kızlarla ama  hep laftaydı. Malum, babamdan dolayı ben net bir karar verip, devam edemiyordum son zamanlarda.   Her yıl en az 1 kere gerçekleştirdiğimiz bir "girls only" turumuz olur bizim. Onlardan birini gerçekleştirmek üzere sıvadık kolları. Aslında sevmem turları ama son dakikaya kalınca turla gitmek pek mantıklı. Eee benim de vizem bitmiş. Vizesiz bir destinasyon seçmek gerekiyor. Dedik ki Beyrut olsun. Hatta olmuşken tam olsun bir de Amman olsun da tadından yenmesin. Aradık, taradık ve bulduk turu. Heyecanlanmaya da başladık falan...Araştırmaya, okumaya, plan-program yapmaya bile başladık.

Vize yok belki ama adamlar en azından 6 ay geçerliliği olan bir pasaport istiyorlar. Ben de gerine gerine benim 2011 kasım ayına kadar geçerli pasaportum diye dolanıyorum ortalarda. Bugün akıl ettim de bi baktım pasaporta aneeyy ne göreyim. Kasım değil mart 2011miş o!!!" Ne yapacağım ben peki?" diye  dolanmaya başladım son 2 saattir. Bir arkadaşım online başvuru alıyor dedi de koşa koşa sayfaya gittim. 30dk dolandıktan sonra buldum kendime başvurabilecek bir semt. Doğal olarak her yerde randevular dolmuş. Millet benim gibi rahat değil ki anacım!! Ben Anadolu yakasında otururken (hala yarı Avrupa yakası ) kalkıp taaa Bahçelievler'e gideceğim sabahın 10'unda. eee müstahaktır sana cicim. Totonu yaya yaya, havanı ata ata oturmasaysın. Şimdi de oturduğun günlere say ve atla git oralara da almış ol ağzının payını...

Online sistem pek kolay, pek işlevsel, hayat kolaylaştırıcı gibi duruyor ama malum memlekette o kadar çok güvensizlik ortamı ve o kadar çok işlemeyen sistem var ki korkmuyor da değilim. Bizim hedefimiz 13Kasım'da gitmek. Bakalım bu değerli ve cicili bicili sistem vaadettiklerini gerçekleştirebilecek mi? Dediği gibi başvurudan 3 bilemedin 5 gün sonra göndermiş olacak mı pasaportumu.

Var mıdır aranızda bu yeni sistemle ilgili bilgisi olan? Bu şaşkoloza moral verebilecek birileri var mıdır bu camiada? Yetişir mi janjanlı yeni pasaportum sizce?? Yetişsin n'oluurr...

Okuyun ve Okutun/Macaristan Konsolosluğu

Henüz bloguma bakamamışken  mesaj kutuma düşen bir maille sarsıldım. Sinirlendim. Midem bulandı.

Vakti zamanında henüz öğrenciyken ben de İngiltere Konsolosluğu'ndan bir red almış (daha önce ülkeye giriş-çıkışım olmasına rağmen) ve hata olduğunu bildiğim için direkt Ankara'ya Büyükelçiliğe giderek düzelttirmiştim. İstanbul'da karşımda oturan Türk yetkiliden Ashley'e edilen  lafların yanında devede kulak kalacak laflar  duymuş. Sırf İspanyolca okuduğum için İngiltere'ye okumaya gitmeye hakkım olmadığını yine bu Türk Yetkiliden duymuştum. O anda o adamı elime verseler paramparça edebilirdim. Salya sümük ve süngüsü düşmüş bir insan olarak çıkmış ve Ankara'dan bir zaferle dönmüştüm.

Ashley'i bilen bilir. Enerjisine ve yeteneğine hayran olduğum genç bir insan kendisi. Yaşına göre hayat duruşu etkiler beni. Annesi Red Riding Hood'un yazdıklarından gördüğüm de güçlü ve yalnız bir anne. Yalnız anne olmanın zorluklarını tek tek eleyerek devam ediyor hayata...

Başlarına geleni RRH'nin kendi kaleminden buradan okuyun ve okutun lütfen. Bu kadar büyük haksızlık ve hepsinin ötesinde aşağılanmayı hak etmiyor hiç kimse. Hele ki bunun altında sadece Türk olmak yatıyorsa vay ki vay halimize...
Türk, Kürt, Japon, Hintli, Amerikalı, Meksikalı, Müslüman, Hırıstiyan olmak "insan" olmaktan önce gelmez. GE-LE-MEZ!!!

Kimsenin bir başkasının insanlık hakkını elinden almaya da hakkı yoktur. 16 yaşında gencecik bir beyine sen bu lafları edemezsin arkadaşım diye bağırmak geliyor içimden.

Türk'ün Türk'e ettiğini de kimse kimseye etmez. Kraldan çok kralcı olmuş bu şahsiyete birileri gereken dersi vermeli...

24 Eki 2010

Hayat Kolaylaştıran Haplar

Hap dediysek edepli haplardan bahsediyorum cicim. Yoksa kimyasala hayır yani! :)
Şöyle ki :

  • Makyaj Hapı: Acelen var ya da sabahın köründe toplantın var. Daha gözünü açamamışsın. Deli gibi avuşturma ihtiyacı içindesin gözlerini. Şimdi git o gözlere kalem çek, far-rimel sür falan olacak iş mi?! İşkence değil mi? Bence işkence. İşten son dakikada çıkmışsın, koşa koşa bir yemeğe falan yetişmen gerekiyor ya da eteğinde mızırdanan bir beben var hop! atıversen 1 tane makyaj hapı surat full profesyonel makyaja bürünse ne şahane olurdu! Bir de bunların renk ve konseptleri olacak. Her duruma ve her zevke göre hazırlanacak pek tabii.


  • Makyaj Temizleme Hapı: Gecenin bir yarısı gelmişsin eve, kafa bir dünya. Al eline pamuğu önce gözleri temizle. 1 pamuk asla yetmez hele ki gece makyajında. Al 2. pamuğu bir daha sil. Sonra köpür köpür yüzünü yıka. O arada uykun kaçsın, üstün ıslansın. En kötü ihtimal üstündekinin kolları ıslansın. Hele bi de gözlerin yanarsa facia!! Onyüzbinmilyon baloncukla yıkasan bile gözlerin dibinde kalan siyah birikintiler bitmez... Bunlarla uğraşmak yerine bir hap yapsalar, atıversek bir hap ve hooop diye tüm makyaj gitse, üstüne bir de cildimiz nemlense. Biz de mışıl mışıl uyusak.

  • Çiş Hapı: Bu tam bana göre bir şey olurdu esasen! Zira şehiriçi yolculuklarda bile benzin istasyonu arayan biriyimdir ben. Hele ki İstanbul trafiğinde çişin geldiyse yandın. Köprüye girişte arabasını bırakıp yandaki evlerden birinin kapısını çalıp "allah rızası için bir  çiş edip gitsem, yolda kaldım da" diyen arkadaşım da vardır benim. Altımıza yapma noktasına gelmeden, kıvrım kıvrım kıvranmadan, acılar çekmeden, çişten konuşamayacak duruma gelmeden atıversek çiş hapımızı hooop! diye emiverse mesanedeki üreleri ne şahane olurdu!

  • Manikür-Pedikür Hapı: Zira benim şu aralar yoğunluktan toynaklarım çıkmak üzere. Ofisten çıkabildiğim saatlerde kuaförüm çoktaaan uyumuş ya da elinde çay-çekirdek diziye dalmış oluyor. Ustaların da hayatımdan çaldığı saatlerin hatrı sayılır tabii. Elle-ayaklar fena durumda, kaşlar da saçlarla yarışır heralde. Ayy çöp kedisi gibi tarif ettim kendimi ama neyse..İstediğin renkte ojeler ile seçenek süren böyle bir ürün çıksa piyasaya olmaz mı?

  • Beyin Susturma Hapı: Susmak bilmeyen beynime es verebilmek için harika olurdu! İçten içe bıdı bıdı konuşan, aklınızı çelmek için 18bin takla atan ve beynin her köşesine yayılmış siz'in farklı versiyonlarını susturmak için 1 tane hap atsanız ve sadece sessizlik hakim olsa. Ohhh sen sağ ben selamet. Bu çook ütopik oldu be!! Benim beynimi hele ki bu aralar o haplardan 10 tanesi bile susturamaz gibi geliyor ya neyse yine de olsun bu haplardan. En azından gece biraz sakinleştirir içerdekileri belki.

  • Gereksiz Anıları Silme Hapı: Benim gibi balık hafıza bir insana bile lazım bunlardan bence. Balık hafızam yeri gelince dişiliğimi kara çıkartmamak adına hemmen fil hafızası moduna geçiş yapabiliyor. Anacım unut gitsin onları, hatırlama işte ne şahane olur hayat!! Böyle seçmece hikayeleri falan silebilen haplar olsa. Beynimizde yenilerine yer açılsa.

  • Öğrenme Hapları: Matrix gibi olacak bu ama yine de güzel. O kadar çok yapmak istediğim şey var ki bu hayatta. Önemli bir kısmını gerçekleştirmiş, yeni yeni bir sürü şey denemiş, farklı kurslara ve farklı memleketlere gitmiş biri olarak bile hayat hala şekerci dükkanı gibi geliyor bana. Gerçeklerim farklı tabii. İşten dolayı o kadar rahat olamıyorum. İstanbul'da eskisi kadar vakit yaratamıyorum kendime. Hayatımın %80'ini hadi bilemedin %70'ini iş alıyor. Dolayısı ile istekler listesi uzayıp gidiyor. Biçki-dikiş kursu, go kursu, tango kursu(latin bilen biri için daha kolay olmasına rağmen yapamıyorum), takı kursu, japonca kursu, helikopter pilotluğu kursu, paraşütle atlama kursu, dalgıçlık kursu, fransızca kursu vs. gibi haplar olsa. Çaksan birer tane de bitse gitse dert. Bak vallaha çok daha tatminkar ve mutlu insanlar oluruz :)
Bunlar benim acil ihtiyacım olabilecek haplar. Liste uzarda uzar...

Olsa güzel olmaz mıydı sizce de?







22 Eki 2010

Ambulans Şoförlerinde Mesleki Deformasyon

Merak ediyorum...
Ambulans şoförleri mesai bitiminde şahsi araçlarının direksiyonuna geçtiğinde nasıl bir şoför oluyorlar?
Mesleki deformasyon söz konusu mu? Kırmızı ışıkta geçip, deli gibi kornaya basarak emniyet şeridinden basıp son gaz gitmeye kalkışıyorlar mı?
Ya da gördükleri kocaman kocaman kazalardan sonra kocaman bir bilinçle mi kullanıyorlar arabalarını?

not: geçen gün gördüğüm ambulanstan aklıma geldi de. rüzgar gibi geçti gitti yanımızdan...



20 Eki 2010

Kadınlar Dar Kıyafetler Altına Dar Donlar Giymesin Bence!

Hep erkekler onu giymesin, bunu giymesin dedik durduk. Bugün de hatun kısmına ucundan dokundurayım bari...

Daracık pantolonların, elbiselerin altına böyle lastikleri sıkı sıkı olan dolayısıyla da totoyu 2 değilde 4 parça gösteren donlardan giymesin hatun kısmı bence. Pek çirkin duruyor cicim yapma valla!!

giy bi tanga manga e hadi onu giymeyi beceremiyorsun, sevmiyorsun diyelim adamlar senin için de çözüm bulmuş pantolon donu diye satıyorlar oralarda buralarda. Dikişi yok, izi yok. Totonu da 4'e bölmüyor hem :)

                                           PANTOLON KÜLODU YANLIŞ KULLANIM

PANTOLON KÜLODU DOĞRU KULLANIM



19 Eki 2010

Korsan Taksiye EVET!

Sabah vapurdan indim ve toplantıma yetişebilmek için taksi aramaya başladım. 2 damla yağmur düşünce taksiciler kendini kral sanıyor ya memleketimde hah! işte bundan sebep ortalarda taksi yok. Olanlarda kendine uygun bir güzergah belirlemiş ve keyfine göre müşteri seçiyor...
Hal böyle olunca ben de iki satır ilerleyip oradan binmeye karar verdim. Tabii ki başka bekleyenler de vardı. Fakat adabınca kendi aramızda bir sıra yapmış bekliyoruz. Öndekiler gelen ilk boş taksiyi alıyor falan...
Sıra bana geldi sonunda ve uzaktan boş bir taksiyi gözüme kestirdim. El ettim direkt. O da bana göz kırparak(farlarıyla tabii ki ) onayladı  ve tam benim  önümde durdu. Ben kapıya doğru ilerlerken araba da ilerlemeye başladı. Trafikten dolayı daha uygun yer arıyor heralde kendine duracak diye düşünerek arkasından devam ettim. Tam elimi kapıya atacağım bizimki tekrar ilerlemeye başladı. Ben de aynen peşinde... Birazcık ilerde cep kılıklı bir yer var (kurallara uygun bir şekilde durarak yolcu alacak diye düşünmüştüm) oraya gitmeye çalışıyor sanarak bir atılımda daha bulundum ki aynı anda bir çift daha kapıya doğru atıldı. Ben tam onlara kızmaya  "bu taksi  benim için durdu" demeye hazırlanırken bizim taksici tekrar ilerledi. Şaka gibi yani!! metre metre ilerliyor biz de kapıyı yakalamaya çalışarak peşinden koşuyoruz. O duruyor biz ilerliyoruz. Biz ilerliyoruz o kaçıyor.
Sonunda park etmeye karar verdi. Hepimize birden dönerek  müşteri almıyorumu anlatmaya çalışan bir kaç hareket yaptı. En azından biz öyle sandık. Yanımızda duran takım elbisesi, markalı bavulları ile Beşiktaş'ın göbeğinde duran gavurcan kılıklı adam dikkatimi çekti o anda. Çift ile birlikte söylenmeye başladık. "Tabii elinde bavulları gördü ya havaalanıdır diye düştü bunun peşine" şeklinde karşılıklı çemkirdik. Fakat taksici arabayı park etti ve indi arabadan ve farklı bir yöne doğru yürümeye başladı. Biz de "haa bu da bize kapak olsun" diye düşüne düşüne başka bir taksinin peşine düştük. Çift ilerledi ben bekledim. O anda  biraz daha yürümeye karar verdim ve tekrar taksicinin o tarafa doğru döndüm ki ne göreyimm!!! Bizimki almış fiyakalı bavullu abinin malları bagaja koyuyor. Gavurcan abi de arka koltuğa bir güzel yerleşiyor. Kuntiz taksici bize oyun yapmış meğer!!!
Yanına kar bırakır mıyım sizce? Bir akıllı sensin di mi? PIŞIIIIKKK !! En azından kendi içimi rahatlatmadan bırakmam seni. Dur bekle geliyorum...
Hemmen adımlarımı hızlandırdım ve hareket etmeden yakaladım onları. Kapısına vurdum ve kapıyı "buyrun hanımefendi" diye açtı bizimki. Ban seeeen kibar da olmayı denermişş diye düşünerek içimdekini kusuverdim suratına;
"Tebrik ederim sizi. Bravoo!! İnşallah bütün gün müşteri bulamazsınız"
Ben lafımı dedim ve kapıyı da açık bırakarak yürüdüm gittim. Arkamdan homur homur söyleniyordu. Umrumda değil. Astığım astık, kestiğim kestik şeklinde dolanan taksicilere uyuzum ben uyuz!! Sadrazamın ne tarafından düştü acaba bu adamlar?!
Sonra utanmadan birleşip korsan taksiye hayır demiyorlar mı aklım almıyor. Sizler böyle olduğunuz sürece korsan taksiye evet!!!


not: bu post hilal'e gitsin istedim. daha dün taksici hikayelerine ne oldu diye sormuş daha çok isterim demişti :) gönülden istemişsin demek ki buyur cicii :)

17 Eki 2010

Çelişkiler Kraliçesi

Aklım karışık. Kendime karşı bir savaş açmış gibiyim. Çelişkiler Kraliçesi ilan edilebilirim bu haftalığına...
Kararlar almaya, bazı şeylerin tanımını bulmaya çalışıyorum bu aralar. Aslında inandığım değerlere göre bu kadar kurcalamam gereken bir şey yok ortada. Sadece gönlümü dinlemem, kalbim ne diyorsa onu yapmam lazım diyorum kendi kendime. Tam inandırmak üzereyken zihnim çat! diye bir şeyler atıveriyor ortaya. Ne kadar uğraşsam nafile. Oda cezası falan verip de uzaklaştıramıyorsun ki meleti! Kalbim bir laf ediyor, zihnim 18 araba laf ile kafa tutuyor. 1 düşünce yetiyor allta yatanları tetiklemeye. O 1 düşünceden nerelere vardığıma kendim bile şaşıyorum. Nasıl beceriyor bu beyin denen organ bu hızda bu derece çetrefilli çalışmayı ?
Her boşlukta bir şeyler fırlayıveriyor zihnimin derinliklerinden. Eziliyorum ara ara . Nefesim kesiliyor. Saçma ama gözlerimin dolduğu bile oluyor. O kadar basit şeyleri nasıl da bu kadar karmaşık hale getiriyor! Kalbim "Boş bunlar. Sen biliyorsun aslında" diyor ama dinleyen kiiim!!
Kalbinin sesini dinle klişesine inanırım. Fakat koyu müslüman olup da domuz etini yemekte beis görmeyen biri gibiyim bu aralar. Kalbimi dinlemem gerektiğine inanırken zihnim ve egom ele geçiriyor beni.

Kalbinin dediği ile zihninin dediği, hatta dedikleri birbirini tutmuyorsa eğer ve senin canın domuz da istiyorsa aradabir ne yapmalısın?? Deli gibi domuz yemene rağmen hala müslümanım diyebilir misin?

Ben bunu araştırıyorum bu aralar. Fazla düşünmekten beynim, ileri derecede hissetmekten de gönlüm yorgun.

**hemen aşk-meşk işleri ile ilintilendirmeyin lütfen. mevzu daha derin... yarına bi şeyciim kalmaz canlar cinler. güle oynaya geri gelirim inşallahh



15 Eki 2010

Kendi Gözlerinle Görsen Bile...

                                        Her şey, her zaman göründüğü gibi olmayabilir.
                             Düşün. Değerlendir.Yargılama. İpini çekme hemencecik. Şans ver.

                                 En tatlısından, en ballısından bir haftasonu dilerim hepinizee...
                                    
                                 Kucak dolusu sevgiler...

10 Eki 2010

Hani Bana? Hani Bana?

Oldum olası en sevdiğim şeydir gezmek. Genetik miras, yapacak bi şey yok...

Zamanında annem ve babam akşam iş çıkışı motorsiklete atlayıp Edirne’den İstanbul Kumkapı’ya rakı-balık yapmaya gelirmiş . Bütün gece takıldıktan sonra aynen motorla geldikleri yolun tersine yol alırlar ve hiç uyumadan da iş başı yaparlarmış... Günlük rutinleri böyleyken düşünün artık arabaya atlayınca bu çılgınlar nerelere giderlermiş. Zamanın şartları gereği bu seyahatler hep yurtiçinde olmuş. Varsın olsun, önemli olan gitmektir bence. Gittiğin yerin her zaman pek kıymeti olmayabiliyor... Güzel beslenmiş ruhları yollarda ve beslemişler bizleri de bu balla...
Şimdi böyle bir anne babanın evladının da zamanın değişen şartlarını da arkasına destek yaparak dünyayı gezmesi lazım ya neyse ben henüz o kadarını becerebilmiş değilim. Hala umudum var ayrı...
Ama yine de az gezmiş değilim. Fakat seyahat öyle bir şey ki tadına bir baktın mı dur durak bilmiyorsun. Artık yollar lazımdır sana... Fazla oturunca suçluluk gelir bulur seni, yapışıverir yakana sorular.

Son bir kaç aydır yakama yapışan sorulara cevap arar haldeyim. Verecek cevabım yok. Bu aralar sanırım bolcana bahanem var. İş var güç var, vakit yok, düzen var, sorumluluk var, özgürlük yok, fatura var, fatura var, fatura var...
Eskiden olduğu gibi sırtıma çantamı alıp karşıma çıkan ilk otobüse binip atamıyorum kendimi yollara. Varsın param olmasın, varsın kalacak yerim belli olmasın, uyurum sahilde, otobüs duraklarında diyemiyorum öyle kolay artık... Sırtıma çantamı alıp, koyuyorum içine laptopu ve karşıma çıkan ilk arabaya binerek tutuyorum ofisin yollarını...
Ama dedim ya insanın özü bir kere aldı mı bu güzelliğin tadını, bırakmıyor peşini, içerden içerden sıkıyor, sıkıştırıyor ruhunu... ‘Hadi , hadi, ne zaman?’ Gibi soruları bir bir, durup durup atıyor, sonra da kaçıyor seninle yüzleşmeden. Sen de ara dur cevabı peehh....
Hep derim kendime ve herkese sıkmayın canınızı gereksiz şeylerle bu hayatta. Her zaman en azından iki seçenek var önünüzde. Olumlu bakmak ya da olumsuz bakmak! Bilirim her zaman öyle söylendiği kadar kolay olmaz ama çabalarsan, istersen inan daha kolay bir hale gelir...Tam da bunu yapmaya zorluyorum içerden durup durup isyan eden ufaklığa karşı kendimi.
Lafın özü:
Ben yine dellendim. Gidesim var. Bol bol gezesim, göresim, beslenesim, besleyesim, öğrenesim, konuşasım, uyuyasım, uyandırasım, yiyesim, içesim, yediresim, içiresim, isyan edesim, coşkulanasım, gülesim, güldüresim, tanışasım, tanıştırılasım, el uzatasım, el uzatılasım var benim. Seyahat edesim var benim anlayacağınız.
Yeni yeni araştırmaya, keşfetmeye başladığım güzel güzel seyyahların blogları da bir heveslendiriyor ki beni sormayın! Avucumu yalayıp, içimde imrenmekten çatlamak üzere olan ruhumu bastırıp okuyorum yazıları. Onlarla birlikte gezmeye başladım sanki. Buralardaki arkadaşlarla asla kıyaslamam, kıyaslayamam kendimi. Dedim ya ben 20 ülke ve bu 20 ülkenin bilmem kaç şehrini görmedim... Sırtına çantasını alıp 6 ay, 8 ay hatta 9 ay 1 yıl kendini yollara atanlar, atabilenler var. Onlar gibi olmadım, olamadım. Hamster gibiyim ben bir noktada. 6 ay uzakta kalamam yuvamdan. Sıcacık yorganın altına girip uyumak isterim. Arkadaşlarım sarsın, sarmalasın beni isterim. Ama daha önce olduğu gibi gidip gidip gelebilmeyi de çok isterim.

Yaş olmuş 30. Dedim ya iş var, sorumluluk var. Oturduğum yerden de para veren olmadığı için ofis yolları taştan durumları var...
Söyleyiverin a dostlar durum böyleyken ben mi göremiyorum bir çıkış? Tembel miyim? Kolaya mı kaçıyorum? Maceracı, aç, öğrenmek, görmek için can atan, yerinde duramayan ruhumu bir yerlerde unuttum da yerine başkasının ruhunu mu kakaladılar bana? Yaş 30 olunca, ‘sorumluluk’ sahibi olunca böyle mi oluyor insan yoksa? Eee hadi biz işten güçten, para kazanmaktan yana koyduk bahaneleri ortaya bunun bir de çoluklu çocuklu olan versiyonu var. O zaman daha da mı fena oluyor durum?
Dokunmayın daha da sorasım var. Hem de çok sorasım birazcık da isyan edesim var. Yaş 20’lerde dolanırken, yaşam için, okul için para hazır gelirken, gezmek için parayı da az çalışarak temin edebiliyorken ne güzelmiş hayat! Canım annem, balım babam sağolun var olun bana bu ülkenin, bu şartlarında böyle bir ‘lüksü’ tattırdığınız için, selam olsun sizlere buralardan...
Dedim ya okuyorum bu aralar bol bol seyahat bloglarını... Heyecanlanıyorum onlarla, inanın gözlerim doluyor bazılarında ! Komik di mi?!
Bense kapının arkasına saklanıp ‘Hani bana? Hani Bana?’ diyorum küçük parmak misali...

p.s. ozlempansiyon çok güzel toparlamış bu seyahat bloglarını. Bence bir göz atın. Sizin de küçük parmak uyanabilir aman dikkat . Sonra söylemedi demeyin!

Not: Daha önce yayınlanmış yazılarımdan biridir.

8 Eki 2010

Vapur Hayatı&Vapur Gazetesi

7 yıldır aynı evde yaşıyorum (ya da dum). Evim işim arası yürüyerek 15 dk idi ve ben bu 15dk'lık mesafe için bile  yağmurlu havalarda, aşırı sıcak havalarda, soğuk havalarda taksi aranır dururdum.

 Bu hafta itibariyle hayatıma sabah-akşam 1 doz olarak alınması gereken bir köprü girdi. Hayırlı olsuunnn... Vapur kullanmaya başladım. Halka karıştım eyy dostlar!! Vapur sonrası yine taksi ile devam ediyorum pek tabii. Totom kıymetli ya! Araba ile her gün o trafik zaten çekilmez. Ayrıca vapurun yeri bende ayrıdır. Hep sevmişimdir vapur seyahatlerini. İstanbul'a ilk geldiğim zamanlarda -ki o zaman daha ilkokuldaydım ve burada üniversiteyi kazanan ablamı ziyarete gelirdim- bu şehir beni boğazından geçen kocaman kocaman gemileriyle fethetmişti. Hala çok etkilenirim geçen her yük gemisinden. İçime dokunur. Büyüler beni. Şaşırtır. Mutlu eder...
Uzun lafın kısası mutlu oldum vapurlu hayattan. Her sabah boğazı görerek, boğaz havasını alarak işe gelmenin tadı da  bir farklı. Ayrıca vapur insanları da çok renkli.
Mesela illa her sabah uyuyakalan birileri oluyor ve hiç tanımadığı biri gidip hafifçe omuzuna dokunarak uyandırıyor ki orada inecekse kaçırmasın durağını. Elinde kitabı ile arada bir kafasını kaldırıp gözünün ucu ile boğaza selam edip okumaya devam eden bir grup da var. Gazete zaten en bol bulunan malzeme vapur içinde. En bol bulunmasına rağmen de en kıymetlisi odur her daim. Yandan, önden ve arkadan hep birileri misafir olmak ister gazetenize. Kimisi gayet rahat uzatır kafasını ve utanmasa "dur durr değiştirme sayfayı, daha bitirmedim" diyecek kadar aleni katılır size. Bazıları da yan yan, çaktırmadan okumaya çalışır. Birilerinin ona baktığını farkettiği anda hoop! kafasını çevirir. 2dk sonra kıçım kıçım sokulmak sureti ile devam eder kaldığı yerden. O ara kazara sayfası değişmiş ve okuduğu yazı yarım kalmışsa vah vahh!! suratı bile düşer mutsuzluktan. Bazıları gazeteyi o kadar milletin malı olarak kabul eder ki gelip elinizdeki gazetenin orta sayfasını bile ister rahat rahat;
"Orta sayfayı ya da spor sayfasını ben alabilir miyim hanımefendi? Siz nasılsa daha başlardasınız"
Nasıl yani?? Öyle yani cicimm... Gazete milletin ortak malıdır. Adam da kendi payını istiyor işte ne şaşıyosun ki anlamadım!  Hele ki vapurdaki gazeteler hepimizindir.
Okuyan bırakır gazetesini orada ve o gazete bütün bir gün boyunca sarışının, uzunun, kısanın, esmerin, kumralın, bankacının, işçinin, boyacının, tabelacının, reklamcının, muhasebecinin, senin, benim, onun elinde gezer durur. Gün sonunda da belki kaptan köşkünün camlarını silerek bitirir görevini. Kelebek misali. 1 günlük hayat. Yaşa yaşayabildiğin kadar...
Bu sabah ben de bu gruba katıldım. Tam karşımda gazetesini çarşaf çarşaf açmış, özendire özendire okuyan bir beyin gazetesine misafirliğe gittim. Yandan yandan olmasa da gözlerimi ara ara kaçırmak sureti ile ana sayfadaki haber başlıklarını okudum. Okumadan 3 dk önce de aynı beyin hemen yanında oturan yan gözcü abiye takılmıştı gözüm. Neden kendine gazete almaz da yandan yandan eziyet halinde başkasının gazetesini okur ki diye düşünmüş ve hafiften huysuzlanmıştım konuyla ilgili...
Sonra yukarıdan birileri sopa yerine beni kendi gözlerimle dürtmeyi tercih etti. 3 dk sonra kendimi yakaladım karşımdaki gazetede dolanırken. Gerçekten de bu işin tadı da bir ayrı oluyormuş be!!

6 Eki 2010

Taşındık. Yani Kısmen...

"Haftasonunu kazasız belasız atlattık. Taşındık. Bitti." diyerek başlamayı ne kadar çok isterdim. Diyemiyorum ama. Pazar sabahı sevgilinin evi  taşıdık, bitti. Ohh. Fakat taşınmadan önce cilalanmak üzere mis gibi temizleyip bıraktığım eve eşyalar ile birlikte kapıya dayandığımızda yerdeki lekeleri görünce cinnet geçirmedim. Evet evet cinnet GEÇİRMEDİM. Çünkü o kadar  büyük bir moral bozukluğuna hapsoldum ki cinneti bile hissedemedim. Bu ustalar benim elimde kalmadan bu işi nasıl bitirdim inanın bilmiyorum. Kendimi de tebrik ediyorum ayrıca bu konuda. Pazar sabahı erkenden evin kapısına elimde bezlerle dikildim ki adamlar gelmeden son bir toz alayım. Bu arada senin evini senden başka kimse senin istediğin gibi temizleyemiyor. Bir kere daha ispatladım bunu kendi kendime. Ciladan önce 2 hatun geldi temizlik için. "Yaladık resmen yaladık"  diyerek gittiler. Arkalarından 3 kişi ayrı ayrı temizledik tekrardan.
Neyse... Kapıyı açtım ve mis gibi huş yaptırdığımız rabıtaların (ahşap yer kaplaması) yer yer siyah lekeler tarafından esir alındığını gördüm!! Nasıl yaa?!! Hala bilmiyoruz nasıl olduğunu. Ben bilmiyorum. Marangoz bilmiyor. Sistreci bilmiyor. Rabıtaları satan adam bilmiyor. İşin başındaki ustamız bilmiyor. Eee kim bilecek anacım bunu o zaman??Kimsenin bir cevabı yok! Saçmalığın daniskası. Garip garip teoriler var sadece. Fakat ben bunları değil çözüm önerilerini duymak istiyorum. Sorun net olarak tespit edilemediği için elle tutulur bir çözüm önerisi de yok şu aşamada. Farklı alternatifler var denenmesi gereken.
2 gün girmedik cicim biz bu eve sırf o cilalar kurusun, lekelenmesin diye. Sırf bu beklemeden dolayı ayaklarım totoma çarpa çarpa, son dakikada bitirdim her bi işi sevgiliyi pazartesi sabahı evde kahvaltı masası ile karşılamak için. Yaptım da!
Pazar günü bir yandan ev taşıdık. Bir yandan temizlik yaptık. Bir yandan elektrikçiler eksikleri tamamladı ve ilave istekleri yerine getirdi. O koşturmaca ve kargaşada bir de tüm bu marangoz ekibini eve diktim ki görsünler ne yaptıklarını. Dolayısı ile bir yandan da İtalyan aileler gibi 8 kişi aynı anda konuştuk. Tartıştık. Sigaralar içtik. Ses yükselttik. İnceledik. Sigaralar içtik. Telefonlar açtık. Sigaralar içtik. Farklı zımparalar denedik. Nafile anacım. Çözümü bulamadık.
Şu anda son durum şu;
Sevgili tekrar seyahate gittiğinde yine sistreci girecek eve. Sistre sonrası lekeler çıkarsa ne ala. Çıkmazsa eğlence o zaman başlayacak!! Farklı cilalar ile ahşabın rengini koyulaştırmadan  ya da tamamen kaybetmeden istediğimiz rengi yakalamaya çalışacağız anlayacağınız. Dua edin noooluurrr. Sistre ile olsun bitsin bu iş.
Dolayısı ile biz tam olarak yerleşemiyoruz. Tüm eşyalar kalkacak. Gerçi henüz benim evdeki eşyaları getirmediğimiz ve yeni alınacakları tamamlamadığımız için nispeten rahatız o konuda. Sorun yok. Tatsız bir olay tabii ama ben buna da işin nazarı diye bakıyor ve geçiyorum. Napalım. Oturup kendi kendimi yiyeceğime ortaya çıkan sonuca bakıp elimde çayımla boğaza karşı keyif yapıyorum. Yani işin güzel kısmına bakıyorum ve bakacağım. Öyle ya da böyle çözeceğiz bu konuyu da. Bu sorunun dışında her şey çok ciciiii. İçimize sinen, bizi mutlu eden bir ev oldu. Ufak tefek usta sorunlarına da kafayı takmama kararı aldık. Sonuçta mimara verip bilmem ne kadar paralar harcayarak yapmadık biz bu evi. Ne kadar ekmek o kadar köfte hesaplamasından gidersek şu anda bizim ekmekten köfteler taşıyor :))
Sırada benim evdeki ıvır zıvırın bu tarafa aktarılması kaldı. Yakın zamanda  o evi de kapatıp bir evde toplanmış olacağız. Hayırlısı olsun diyelim:))

Taşınmaya dair bir kaç not ile kaçıyorum;
* İnşaat süresince anamdan emdiğim sütü burnumdan getirmek için elinden geleni ardına koymayan marangozumuza saygılarımı iletirim. Yıkılmadım ayaktayım sana inat!!
* Elektrik işlerimizi yapan ustalarımızı tek geçerim. İhtiyacı olan varsa direkt mail atsın şiddetle tavsiye ederim.
* İgdaş muhteşem çalışıyor. Ne kadar kibar, ne kadar düzgün bir ekip oluşturmuşlar inanamazsınız. Her soruya kibarca cevap veriyor ve sorununuzu çözene kadar sesleri düşmeden konuşmayı başarıyorlar.
* Ferroli'den yeni bir kombi aldık. Servis ağları gerçekten çok başarılı. Servis ekipleri çok saygılı, sevecen ve yardımsever. Çok kritik noktalarda hayat kurtarıcı olarak devreye girdiler.
* Bosch'tan aldığımız ankastre setini aynı gün içinde gelen 2 ayrı ekip anca bağlayabildi. İlk gelen ekip benim uyarıma rağmen "gaz kokusu değildir o fırından geliyor dedi" ve gitti. Arkalarından evi resmen gaz kokusu bastı. Ekiplerini biraz daha kontrol etmeliler bence ki ben gerekli şikayeti de yaptım zaten. 2. gelen ekip gayet başarılıydı...
* Türk Telekom feci. Aslında ekip iyi ama sistem kötü. Biz aynı binada alt kattan üst kata nakil işlemi yaptırdığımız için daha zor oldu aslında işimiz. Sıfırdan hat istiyor olsaydık çok daha kolay hallediyorlardı bu işi. Gidip nakil istedik. İmzaladık evrakları. "1 saat sonra sisteme girer. Hemen telefon açıp, randevunuzu alın" dediler. Sevindik. 3 saat sonra aradık garanti olsun diye. Sistemde göremediler kaydımızı. 1 saat sonra tekrar aradık. Yine yok. Telefondaki hatun öldüm ölecem ve ayrıca da  ocaktaki yemeğime yetişmem lazım tonunda konuştuğu için saniyelere kelime sığdırmak için koşa koşa konuşup kapatıyorsun. Sonunda sevgili "peki o zaman ben 444'lü numarayı arayıp neden hala sisteme girmediğini öğrenip bir şikayette bulunayım " dediği anda hatun hayata dönmeye karar verdi. Yemeği yakma pahasına hemde!!. Neyse kayıt alındı. Yarın gelirler dendi. Gelecek ekibin telefonu verildi ki onu da biz istedik de verdi. Çünkü herhangi bir saat dilimi vermiyorlar!!! Sen bütün gün evde oturup beklemek durumundasın. Böyle saçmalık olur mu bu devirde? Tüm gün o telaş içinde, yapacak o kadar iş varken oturup sizi nasıl beklerim ki ben ? Bekledim tabii seve seve... Sonuç olarak Türk Telekom sistem olarak yetersizdir kararını verdik biz.

1 Eki 2010

Diana Schuur

Dün akşam harika bir sürprizle bu yazın ( hala yaz diyebilirim canım isterse allaa allaa) ilk konserine gittim. Diana Schuur.
Bilen bilir bu yazı şahsen pek bir şey anlamadan, hiçbir konseri, festivali takip edemeden hatta hiçbir sosyal aktiviteye dahil olamadan yaşadım. Dolayısı ile dün akşam son dakika golü ile ruhum şenlendi. Arkadaşımın elinde fazla kalan bilet ile dahil oldum programa.
Hatunun enerjisi gerçekten çok güzeldi. Gözleri görmeyen insanların gönül gözlerinin açıldığına inanırım ben. Senin, benim baktığımız pencereden bakmıyor onlar. Farklı şeylerin kıymetini biliyor ve öyle yaşamayı öğreniyorlar. Diana da bunlardan biri kanımca. Sahneye çıkıp yerlere kapana kapana selamladı herkesi muhteşem mütevazi tavrı  ve kocaman gülümsemesi ile. Konser bitiminde de kaç kere yere eğilerek selamladı bizleri inanın sayamadım.
Sesi zaten su gibi. Çok iyi geldi çoook.

Bu güzelliği bozan tek bir şey vardı o da ;
Önümüzde oturan hatunun parfümü. Nefesimi kesecek derecede bulanmıştı parfüme. Nefes aldıkça tıkandım. Kokusu da hiç tarzım olmadığı için tadımı kaçırdı. Öyle demeyin koku önemlidir. Ayrıca hassas olduğum bir konudur bu koku olayı. Kötü kokuya asla tahammülüm yoktur. Sinirlerim bozulur. Ayarım kayar falan. Hatun da saçını sallaya sallaya oturduğu için her rüzgarda kokusu yapıştı burnuma, genzime. Ne fena bir şey aslında di mi? Böyle bir şey için kim kimi uyarabilir ki? Hani lak lak konuşuyor olsa bir güzel azarlarsın da kokusuyla ilgili ne diyeceksin ??!! Kendi zevksizliği ama bu kadar da bulanmanın anlamı yok.
Zaten  hatunun bacaklarındaki kıllara da takmıştım, kokusu da üstüne gelince tam oldu. Gıcık oldum. Zaten konser de bitmeden kalkıp gittiler sevgilisiyle birlikte.
Bacaklarındaki kılı nasıl mı gördüm? Konser başında benim yanımda oturuyorlardı.  Önümüzdeki koltuklar boş kalınca hoop! diye geçiverdiler. Neyse... Konser başlamadan üstünden montunu çıkardı. Kısa bir elbise ama koktely elbisesi gibi bir şey giymişti. Doğum günüymüş duydum. Duyurdular. Dizlere kadar sorun yok ama dizlerden sonrası benim saçlarımla kapışır  o derece yani. Maden altını alıyorsun. Bir de kısa elbise giyiyorsun eee o zaman alsana cicim o üstteki kıllarını da. Amaan neyse banane. Uyuz oldum ya bir kere. Üstü kaval altı şişhane...
Onlar gittikten sonra zaten konserin en güzel bölümü başladı ve ben de yayıla yayıla keyifle izledim, yerimde kıpır kıpır kıpırdandım...
Sefam olsun...