27 Oca 2011

Ne Kadar Kolay

Bazı insanlar ne kadar da kolay kalp kırabiliyorlar. Ne kadar kolay harcayabiliyorlar duyguları....
Karşısındaki ne hissetmiş umurlarında olmuyor.
Ağızlarından tıkır tıkır çıkıveren laflar ne etkiler yaratıyor nasıl farkında olmuyorlar. Olamıyorlar. Benim yüreğim, aklım algılayamıyor bunu.
Bu kadar kolaylıkla harcanan duygular  keşke yine o kadar kolaylıkla tamir edilebilse ya da baştan hiç acıtmasa...


26 Oca 2011

Ben ve Egom&Ben

Dün gerginim dedim. Bugün keyifliyim...
Gerginlik sebebim işle ilgili farklı tavırlarla karşıma çıkan insanlarla nasıl başa çıkmam gerektiğini, nasıl bir duruş sergilemem gerektiğini bilemememdi. Gün sonunda mideme oturan taş gitmişti. Bitmişti bile işte. Ne gerek vardı o zaman gün boyu o taşı orada taşımanın? Göremediğim bir anlamı var mıydı acaba gerçekten?
Varmış demek ki yine duruşumu değiştirme kararı aldım. Daha önce de yaşanmıştı buna benzer gerginlikler. Sebep ise hep aynı. Değişmiyor. Aynayı kendime çevirdim dün akşam. Aldım şapkayı önüme ve enine, boyuna, derinliğine inceledim kendimce.
Gerçekten haklı olduğuma inandığım, inanmakla kalmayıp bildiğim konularda ve durumlarda sonuna kadar kendi düşüncemi savunma gereği hissediyorum ben. Bazen resmen hırs yapıyorum bunu. Gereksiz bir durum ama oluyor işte. Bu hırsla belli ki insanları da rahatsız eden bir enerji yayıyorum ki haklıyken bile ulaşamıyorum karşımdakilere. Haklıyken de bir güzel haksız gibi görünebiliyorum sanırım. Emin değilim...

Bunun altında yatsa yatsa Ego yatar. Oysa hayatımda ikinci bir ben olarak kendine sürekli varoluş sebebi yaratmaya çalışan Ego'yu törpülemeye çalışmıyor muyum? İçimdeki 2. sesi susturmak değil miydi hedef ? Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demezler mi adama? Ben olsam kesin derim adamın suratına suratına hem de. Nitekim dedim de. Fazlacana üstüne gittim kendimin dün gece. Hırpalamadan. Acıtmadan. Sadece farkına varmaya çalışarak.
Yeni bir karar aldım. Belki çok yeni değil. Nitekim daha önce de aynı kararı almıştım. Değişen bir şey olmadığına göre karar aldığımı sanmakla kalabilmişim sadece .
Şöyle bir karar aldım. Bu tip durumlarda içimi sevgiyle doldurup, farklı bir enerji yayarak anlatmayı deneyeceğim karşımdakine haklı olduğuma inandığım konuyu.
Daha sakin, daha duyarlı, daha sevimli -ki sevimli de bi insanımdır aslında-, daha dinleyen, dinlediğini duyan, duyduğunu da karşısındaki insanın penceresinden anlamaya çalışan biri olabilmek istiyorum. Bana sorsalar böyle bir insan olduğumu söylerim aslına bakarsanız. Fakat yaşanan olaya bakılırsa bu kadarı yetmiyor. Şu anda bile içten içe konuşuyor da bastırıyorum. İçimden şöyle bir çığlık yükseliyor kendini beğenmiş bir eda ile: sen(biz-BEN) zaten öylesin!!


Tartışma sırasında Ego'm çıkıveriyor ortalara. Şölen sofrasından faydalanıp midesini şişirene kadar yemek için çıkıyor. Hamsterlar gibi midesi dolunca yanaklarının kenarına, ceplerine, şapkasının altına, burun deliklerine, kulaklarına, çuvallarına, bavuluna doldurmaya çalışıyor bir telaşla beslenebileceği ne varsa. O anda farkına varamıyorum. Fakat oturup inceleyince. Olay bitip de dışından bakınca görebiliyorum.


Hedef: Olaylar gelişirken farkına varabilmek bu durumu. Aç hayvan gibi etrafa saldırmadan önce geleceğini ve hatta geleceği yolu kestirip önüne set çekmek.

25 Oca 2011

Gerginim

Sanki dün pazar günüydü bugün de pazartesi....
Dün ne kadar güzel geçmişti. Anlamadan bitirmiştim günü. Bugün öyle mi? Kesinlikle hayır.
Sabah nikah işlemleri ile ilgili evrakları toparlamak adına ilk adımı attık ve sağlık ocağına gittik. Deli gibi yağmur yağıyordu. Hava çok soğuktu. Arabalıydık. Şemsiyemiz vardı. Benim şapkam bile vardı. Fakat yine de soğuktu işte. Sağlık ocağında başı kapalı bir danışma görevlisi bizi karşıladı ve ne dediğimizi anlayamadığı için bizi direkt hemşireye yönlendirdi. Hemşire doktordan daha havalı olduğu için  gevrek gevrek "O testleri burada yapmıyoruz. Siz devlet hastanesinde yaptırın onları. Bize sonuçları getirin, raporu yazarız biz" dedi . "Bize öyle bilgi vermediler ama neyse. Peki raporu da devlet hastanesinden alamıyor muyuz o zaman ? Ne gerek var git-gel yapmaya" dedim de ağdalı ağdalı  "Caanııımm evlenmek kolay iş değil tabii" dedi. Bir de sırıttı ya üstüne daha da bi daha gitmem oraya.
Şimdi hedef bunların hepsini tek merkezde yaptırabilmek. Sait Çiftçi'de yapılıyormuş sanırım. Göreceğiz. İkimiz de iğneden hoşlanmadığımız-ciddi boyutlarda hoşlanmama durumundan bahsediyorum- için ayrı zamanlarda ve tek başımıza gitmeye karar verdik bu testleri yaptırmak için. 2 gergin ve tırsak insan bir aradayken bi cacık olmadığını çoktaaan öğrendik. Kimse kimseye ayak bağı olmasın. Herkes başının çaresine baksın kararını aldık :)
İkametgah ve nüfus dökümünü Nüfus Müdürlüğü'nden hallettik 5dk'da bu günün güzel haberi....
Peki neden gerginim ben gün? Hiç bi fikrim yok. Belki de var. Sabah yaptığım toplantının gerginliği var sanırım üstümde. Saçma sapan şeylerle uğraşmaya, birilerinin daha önce söylediği şeylerin arkasında durmamasına, durmadığı gibi sanki tam tersini söylemiş gibi davranmasına tahammülüm yok. Normalde çıkışır, cevap veririm. Nasıl olduysa bugün tuttum çenemi. Tek laf etmedim. Yok yalan oldu. Bir cümlemi harcadım o arada. "İyi de bunu sen böyle istemiştin" dedim de beni tatmin etti mi? Kesinlikle HA-YIR.
Aslında takmamam lazım kafama bunları. Gül ve geç, git işte. Neden orada takılıyorsun ki? Geçti- gitti. Değiştirebileceğin bi şey de yok şu dakikadan sonra.
Geçer giderim de genelde. Fakat şu anda taktığım sıradan bir iş gerginliği değil. İnsanların hayatta duruşu ile ilgili. Nasıl oluyor da bu kadar rahat, böyle koca koca gülerek, iri iri bakarak sanki orada değillermiş ve daha önce söylediklerini onlar söylememiş gibi yapabiliyorlar? Ruhum bunları kabul edemediği için gerginlik olarak kalıyor bu duygular bende.

Henüz bunlarla başa çıkabilecek kadar olmamışım. Öyle bir huzuru yaşar, anı yakalar boyutlara erişememişim işte. Hayatta bana bunu böyle çarpıyor bugün. Eksik olmasın....


24 Oca 2011

Neler Oluyor? Düğüne Doğru Nasıl İlerliyoruz!!?!

Neler olmuyor ki! Ayaklarımız totomuza vura vura yaşar haldeyiz bu aralar. Nişan olayından beri ilk defa dün sosyalleşme imkanı bulabildim. Gerisini siz düşünün...
Düne kadar yüzük bak, düğün mekanı bak, olmadı gelinlik bak, takı bak, tadıma git-menü belirle, ailelerle organize ol, evin eksiklerini tamamla, ev taşı şeklinde süren hayatımızdaki tek sosyal aktivite hayatımıza bu işler dolayısı ile yeni giren bu insanlarla oldu. Özledim arkadaşlarımı.
Bu arada neleri hallettik şuraya bir not alayım da unutmayayım.

  • Gelinlik işi tamamdır canlar cinler. Pronovias'da beğendiğim model satılınca şaşkın ördek yavrusu gibi ortalarda kaldım. Fakat oturup da ağlamadım. Demek ki birileri giydiği gibi bayılmış ve almış. Güle oynaya giysin darısı başıma dedim ve devam ettim bakınmaya. Gitmediğim, bakmadığım yer kalmadı. Gelinlik denen şeyin en ucuzu da 2.600TL'den başlıyor bu arada. Benden söylemesi. İlk baktığımda - baktığım yer de Pronovias olunca- heralde bu ortalamanın üstünde bir rakam demiştim kendi kendime. Fakat kısa sürede anladım ki normal fiyatlar bu civarda. Tüm baktığım yerlerden anladığım şey ise şu oldu gelinlik ya Pronovias'tan alınır ya da Vakko'dan. Ben Vakko'dan aldım mesela. Gözünüzü korkutmasın. Buralarda da yerli markalarla aynı fiyatlara çok güzel gelinlikler var. Akay'a sakın ha uğramayın derim. Artık sıra provalarda.
  • Vakko gelinlik için bakacağım son yerdi. Oradan başka  her yere bakmıştım. Denediğim ilk gelinliğe aşık oldum  ve aldım. İyi ki o ilk gördüğüm gelinliği almamışım dediğim de oradakiler de şunu söyledi zaten: Her gelinlik gelinini beklermiş.... Demek ki o benim değilmiş....
  • Mekanla menüde de anlaştık. Sonuç olarak "ben oturmalı düzen- yemekli bir düğün istemiyorum, parti havasında olsun, loungelardan oturma alanları yapalım" derken sonunda kendimi oturmalı düzen -yemekli düğünün menüsünü tadarken buldum. Onu da okeyledik. Büyük konuşmayacaksın NzN!!
  • İstanbul'da düğün kısmı tamam da asıl sorun bizimkilerin kendi memleketinde de bir kutlama yapmak istemesi. İşte bunu nasıl çözeceğimize dair hiiiç bir fikrim yok. Ne onları kırmak istiyorum ne de böyle bir tantana istiyorum hayatımda.... Sevgili zaten külliyen karşı bu fikre. Yolu var mıdır? Daha önce bu yollardan geçmiş birileri varsa bi hile, bi büyü falan söylesin bana lütfennn.
  • Dj ile anlaştık. Ses-ışık sistemi de tamamdır. İş artık play listi oluşturmaya kaldı. Önerisi olan varsa beri gelsin. Zira kıpır kıpır dans müziklerine ihtiyacım var. 80'ler olur, latin olur, Balkan müzikleri olur, olur da olur...
  • Pasta işinden kurtuldum. Menümüzde zaten tatlı var. Tatlı tabağında da hem tiramisu hem de cheesecake var. Daha ne tatlısı?!! Maket pastalar varmış zaten. Gerçi onları da pasta almadan vermiyorlar . Bizim dekor işlerini yapan heykeltraş arkadaşlarımdan rica ettim onlar bize cicili bicili ve tabii ki renkli bir maket pasta yapacaklar. Biz de adet yerini bulmadan bırakmamak adına keseceğiz bu ciciyi :)
  • Evde tadilat bitti ama bu sefer de apartmanın içini ve dışını adam etmeye adadı sevgilim kendini. Çok da iyi oldu. Peygamberler zamanından kalma bir apartman kapımız vardı. Kapadın mı kapanmaz, açarken de nazlanmadan geri kalmazdı. Şimdi cillop gibi, janjanlı bir kapımız var. Hem de pıt! diye edepli bir şekilde kendiliğinden kapanıyor. Eyy hayat ne kadar mini-minnacık şeylerle mutlu ediyorsun bizi. Hep yap bunu rica ediciiim :)
  • Hala salonun bir köşesi ve mutfak perdelerimiz eksik. Mutfakta raptiye ile tutturulmuş bir parça örtü var ve ben buna bile alıştım . Bir türlü bulamadım istediğim gibi kumaş çünkü. Aslında o kadar basit ki. İncecik, yeşil keten kumaş arıyorum. Nereden bulurum var mıdır bilen?
  • Sırada damatlık var. Nereden bakacağımız belli. Bir arkadaşımızın babası bu işlerin içinde. Buradan kolaylıkla halledeceğiz sanırım. Yani umarım...
  • Yarın sabah artık gidip sağlık testlerini yaptırmamız ve nikah işlemleri ile ilgili başvuruda bulunmamız gerekiyor. Cuma günü aradım Şişli Belediye'sini ve sordum. Geyikçibaşı bi adam çıktı karşıma da pek gülüştük. Burada sorun yok gibi görünüyor fakat bizim için kocaman bir sorun var: biz ikimiz de iğne görünce kendimizden geçiyoruz!!! dayanamıyoruz. Bakalım yarın bu kısmı nasıl atlatacağız. Dua edin bizim için.
  • Geçtiğimiz hafta çarşamba günü ( 12 ocak 2011) 3 aydır tam anlamıyla ardiye olarak kullanılan eski evimdeki eşyaları sonunda gönderebildik(abimin kızı üniversiteye başladı bu sene. o'na ev tutulduğu zaman kullanacağız eşyaları). 7 yıldır yaşadığım ev artık benim değil...
  • Cumartesi tam gün kitap okudum. Apartmandaki inşaattan dolayı tüm gün elektrikler kesikti. Kılımı kıpırdatmadım. Off sefam oldu!!
  • Pazar günü ise nefis bir brunchın ardından yürüyüş yaptım ve eve giderken alışveriş yaparak kendimi mutfağa adadım. Maksat sevgiliyi cici bir masa ile karşılamaktı ama işi erken bitince çat kapı geliverdi :) Menümüz ise: kremalı mantar soslu biftek ızgara, patates püresi, domatesli pilav, havuçlu ıspanak ve şakşuka. Yanına da 2 kadeh  şaraplarımızı içtik ve koltuğa koyun koyuna yayıldııkkkk....Güzel, sakin ve huzurlu bir haftaydı.
Hal böyle olunca bugüne de bi güzel başladım. İşlerim de çok yoğun değil.Gün içinde sakin sakin yapar, bitirir ve akşama sıcacık evime koşa koşa giderim....

En tatlısından, pek ballısından, heyecan ve coşku dolu bir hafta dilerim....

Kocaman sevgilerimleee




20 Oca 2011

Gizli Projeler

Çok merak ediyorum bu tarz projeleri....
"Top Secret" diye diye kimbilir kimler neleri neleri keşfetti de haberimiz yok buralarda.
Nasıl ki NASA atronotlar için kendi dişlerine dolgu yapabilecekleri aletler çıkardı ve bizler bunu duyduk henüz duymadığımız ve belki de duymaya ömrümüzün yetmeyeceği ne araştırmalar, ne keşifler, ne icatlar vardır şu dünya üstünde.

En merak ettiklerimden biri de beyin üstüne yapılan çalışmalar. Bu kapalı kutu hakkında neler biliyoruz-yani biliyorlar- acaba? Empatlar gerçekten var mı mesela? Nöronların tanımlanamayan hareketlerine dair ortaya konan teorilerle ilgili son keşifler neler? Kuantum ne durumda ? Düşünce gücüyle eşyaları hareket ettirebilen insanları gizlice toplayıp üstlerinde garip garip araştırmalar yapıyorlar mıdır? Sokaklarda yaşayan insanları tek tek ortadan kaybederek bu insanların üstünde deneyler yapılıyor mudur? Bilmem hangi ülkenin, bilmem hangi şehrinin bilmem kaç metre altına kurulmuş, film karelerinden fırlamış laboratuarlar var mıdır? Buralarda çalışan insanlar işe gidiyorum derken paravan şirketlere mi gidiyorlardır? Çalışıyormuş gibi göründükleri binadaki ofislerinde gizli kapıları var mıdır otoparka giden? Otoparkta aynı adamı, her gün farklı arabayla bekleyen görevliler var mıdır asıl "ofisine" taşıyan?
Bence vardır. Hatta bu tarz hayatların olduğuna dair çok net duygularım var benim. Hisli bi insanım ben ne var yani?? Rüyalarımda görüyorum, inanın bana :)

Böyle yerlerin olduğuna inancım sonsuz olduğu için de garip garip fikirlerim var:
Beyni yıkanmış ve tamamen inceleme amaçlı kullanılan Deneksanlar  (denek insanlar oluyor bunlar) geliyor gözümün önüne misal....
Bu gizli mekanlarda dolaşan süper güçleri olan insanlar. Kafeslere kapatılmış Deneksanlar. Kapalı bir salonda garip aletleri oradan oraya ama hiç dokunmadan fırlatan insanlar ve onlara odaklanmış kameralar. Deneksan olmadan önce sahip olduğu kulağı bir maymun ile değiştirildiği için ortalıkta maymun kulakları ile dolaşanlar. Yeni kulakları ile süper duyum eşiğine ulaşmış olanlar. Yeni kulaklara uyum sağlayamamış olduğu için  maymun kulaklarına işitme cihazı takılmış bir Deneksan bile var bunların içinde. Hatta ve hatta dünyamızı ziyarete geldiği sırada yakalanan bir uzaylı da ortalarda dolanıyor. Hem rüşvet hem de tehdit ile kendi tarafımıza geçirmişiz uzaylıyı da. Kod adı da E.T. olmuş. E.T aşağı, E.T. yukarı...Tek tanıdık uzaylı E.T. zira bizler için. Bu E.T. bizim teknolojimizi inceliyor ve kendi gezegenindeki sistemlerle karşılaştırıyor. Görevi bu. Dünyalılaştırabilmek için, vatan hasreti çekmesin, çekemesin diye de bir dünyalı ile evlendirilmiş. Bunun hatunun da zamanında çok kuvvetli bir empati yeteneği varmış. Karşısındaki insanın ne hissettiğini, ne düşündüğünü hemen anlarmış. Aynı zamanda bulunduğu merkezin de kilit isimlerinden biriymiş bu yeteneği sayesinde ama herkese yaptıkları gibi bunun da beynini yıkamışlar ve kontrol altına almışlar. Artık bilim adamları ne şekilde isterse öyle yönlendirebiliyorlar. Dolayısı ile uzaylıyı da kontrol altında tutabiliyorlar. Tek sorun E.T. ile ikisinin bebeleri olursa ne olacak, nasıl olacak? Bebeğin nüfus cüzdanında ne yazacak? Ya süper güçlerle doğarsa velet?!! Bilinmiyor henüz...
Sonra hayvanlara özel ayrılmış katlar var buralarda. Allah seni inandırsın maymun g.tünü bile kırmızılıktan kurtarmışlar. Neden mi?? Saçma mı geldi? Gelmesin saçma. Hayvan severler olurda bi gün merkezleri basarlarsa eğer verecek cevap olması lazım.

Diyecekler ki " Zavallı hayvanın kıçı sürekli kızarıktı sevgili hayvancılar. Bizler iyilik yaptık. Pişik kremi sürmek yerine oynadık genleriyle bitti gittii. Bunun bir sonraki adımı da siz insanların yavruları için olacak. Poposu pişen bebeleriniz daha anne karnındayken oynayacağız genleriyle ömrü billah totosuna zarar gelmeyecek. Her şey insanlık için. Evet evet daha anne karnındayken anlayabileceğiz totosunda pişik olup olmayacağını."

Görünmezlik iksirini keşfettiğim  anda ilk iş bu mekanlara gizlice girip bakacağım. Ondan sonra yazacaklarımın yanında Wikileaks'in esamesi bile okunmayacak....

İzlemeye devam edin. Pek yakında olmasa bile bir gün mutlaka.....

19 Oca 2011

Bugün 19 Ocak 2011. Neleri Hatırlıyoruz?

Bu yazıyı geçen sene bugün yazmışım. Kelimesine dokunmadan tekrar yayınlıyorum. Bugün yazdım desem inanmaz mıydınız?

Sürekli değişen ve genelde mide bulandıran olayları manşetlere taşıyan bir gündem var memleketimde.

Hangi birine kafayı yoralım, düşünelim, düşünelim ki çözüm bulalım? İzin verilmiyor ki düşünmeye, kanıksamaya, üzülmeye, hırslanmaya, yan yana durmaya, fikir üretmeye, dibe vurup oradan aldığımız güçle zıplamaya bile...
Öyle bir vakit yok. Koşa koşa yeni gündeme geçiyoruz, geçiriliyoruz.
Bilerek, isteyerek birileri kukla oynatır gibi gönlünü eğlendiriyor bizlerle, bu minicik piyonlarla. Değer yargılarımızı yitirmemiz için çabalıyorlar sanki.
Tam da Açlık Oyunları ve Ateş Oyunları isimli kitaparlarda bahsedilen Oyun Kurucular gibi bence.
Okumamış ya da duymamış olanlar için Açlık Oyunları isimli kitabın konusu kısaca şöyle:
Bir zamanlar Kuzey Amerika olarak bilinen bir yerin yıkıntıları içerisinde Panem ulusu yaşamaktadır. Başkent Capitol'ün etrafında 12 bölge bulunmaktadır. Capitol şiddetli ve acımasızdır ve bölgeler bir hat boyunca sıralanmıştır. Onların her biri her yıl yapılan Açlık Oyunları'na katılmak zorundadır.Yarışma için her bir bölgeden yaşları 12 ila 18 arasında değişen birer erkek ve bir kız çocuğu göndermek durumundadır. Açlık Oyunları TV'den canlı yayınlanan ölümüne bir kavgadır. Bu ölümcül oyunu daha vahşi kılmak, eğer istedikleri gibi değilse gidişatı daha da heyecanlandırmak için birbirinden ölümcül ve leş diye tanımlanabilecek dış etkenler ile oyunu canlandıran bir ekip var: Oyun Kurucular.
İşte bizimle de böyle oynayan Oyun Kurucular var sanki. Bakıyorlar ki gündem fazla ısındı ve kendi çıkarları (=Capitol'ün çıkarları) için hiç de faydalı değil hooop yeni bir bomba düşürüveriyorlar ortaya. Toplumsal hafızasını yitirmeye yüz tutmuş bizler de hemen ağzımızı açıp bu yeni "bomba" hakkında başlıyoruz konuşmaya, tartışmaya, ağlamaya, dert yanmaya, söylenmeye, dizlerimizi dövmeye. Tam arkasından hırs, heyecan, isyan gelmek üzereyken daha büyük bir "bomba" atılıyor bu sefer. Pat! eskiyi unutup yeni oyuncakla oynamaya başlıyoruz.
Dönüp bir bakın son aylarda hatta günlerde değişen gündeme. Her şey o kadar hızlı ki! Anlam veremiyorum ben bize. Nasıl oluyorda o kadar canımızı acıtan ya da gündemimizi meşgul eden olayları bir anda aklımızdan atabiliyoruz? Ne veriyorlar bize acaba? Sadece bir kaç gündem maddesi yazmak istiyorum.
Ergenekon Davası
Domuz Gribi
Sel Felaketi
Demokratik Açılım
Doğalgaz Zammı
GDO'lu Ürünler ile ilgili Yasa Uygulaması
Kozmik Oda
Arınç Suikast Girişimi
İstanbul 2010

Bunlar ilk anda aklıma gelenler. Son aylarda hepimizi deli gibi konuşturan, yazdıran, çizdiren konular değil miydi bunlar? Ee ne oldu kardeşim bir sonraki gelir gelmez bir öncekini atıverdik elimizden? Bıraktık peşini. Bu yeni bir davranış şekli değil tabii ki. Ama git gide sanki çığ gibi büyüyerek geliyor üstümüze üstümüze. Sanki kızdırmışız Oyun Kurucuları da ne gibi "leş" ceza ile aramızda konuşmayı kesmemiz gerektiğini hatırlatmaya çalışıyorlar bize.

Bugün 19 Ocak 2010. Yukarıdaki gündem maddelerine ilk anda giremeyecek kadar eskidi, eskitildi. Üstüne o kadar çok "bomba" geldi ki ... Hrant Dink, hani bir zamanlar hepimizin "olduğu" Hrant Dink öleli 3 yıl oldu. Sokaklara döküldük milletçe, ağladık, suikast görüntülerine inanamadık, üstüne örtülen gazeteye bakamadık hani...Neler oluyor bu memlekete dedik aynen şimdi dediğimiz gibi.
Bunu bile yaşayacak kadar fırsat vermediler hemen yeni "büyük bomba" Ağca geliverdi gökten. Yukarıya bilerek yazmadım. Korktum buraya gelene kadar o da unutulur diye. Şimdi buna inanamıyoruz. Söyleniyoruz. Küfrediyoruz. Bazılarımız lanet ediyor hatta. Ama ne olacak sonra? Haftasonu nereye gitsek acaba planları ile birlikte muhtemelen bu da gidecek...
Ya da Oyun Kurucular öyle güzel oynayacak ki Ağca için planlanan paranın kat kat üstü kazandırılacak. Şimdi boş boş konuşulan o otelde kaldı, kaça kaldı acaba, aa çürük raporu da almış'lar hoop çöpe gidiverecek. Muhtemelen bizler o anda "aaa Ağca'da çıkmıştı di mi yaa" diyerek Hollywood yapımı bir Ağca filminin fragmanını seyrediyor olacağız...

12 Oca 2011

Bana Çarpmayın Arkadaşım ya!!

Ben anlamıyorum. Gerçekten anlamıyorum.
Yolda birileriyle karşı karşıya geldiğimizde neden yol veren taraf hep ben oluyorum?? NE-DEN????!!!!

Yol vermezsem  çata- pata dalıyorlar omuzlarıyla da ondan! Denedim çünkü. Hırs yaptım bi kaç kere "Ben de düzara yürüyeceğim bugün. Biraz da onlar yol versin" dedim. Ay demez olaydım. Dilimi eşek arıları sokaydı (amanınn yazarken için hopladı be! yok yok sokmayaydı.İyi böyle)  yaa. Omuzdan aldığım darbelerle birlikte dengem şaştı da tüm gün kendime gelemedim. Ağrıdı resmen.
Sen ne diye insanlığından şaşıyorsun ki arkadaşım. Bırak öküz olan öküz kalsın. Ya da yol vermezlerse, sen de verme. Çat kaşlarını, dengesiz, asabi bir ifade de takın suratına. Seni gören psikopat bu diye kaçmak istesin yani. Hatta elime de bir tespih aldım mı ohhh. Belki bu dilden anlarlar. O zaman da kendime gıcık oluyorum. Hatta korkuyorum. Ya bu içimdeki öküzü (öyle demeyin hepimizin içinde bi yerlerde vardır bi öküzcük) bir daha zincirleyemez ve sürüye katılırsam diye hayıflanıyor ve yine sek sek seke seke yürümeye devam ediyorum yollarda. İçimdeki insana sahip çıkmalıyım!!

Bunun bir de şemsiyeli versiyonu var ki allaah ki ne allahh! Ben ha şemsiye taşımışım ha taşımamışım hiç fark etmiyor. Yanımdan geçenlere çarpmayayım ya da şemsiyelerimiz çarpışmasın diye şemsiyeyi yana çevire çevire yürüyorum birilerine denk geldikçe.
Sonuç: her defasında şemsiyesini yana çeken "kibarcık" ben olduğum için lağım faresi oluyorum gideceğim yere varana kadar. Öküzcükler kuru popolarıyla varıyorlar pek tabii ki!

Çok pis isyanlardayım. Öğrenmem lazım bu insanlarla başa çıkmayı.

Yok mudur bir yolu anacım? Ne yapsam da bunlar her seferinde beni ezemeseleer?? Neyi, nasıl yapsam da içimdeki öküzü kaçırmadan başa çıkabilsem bunlarla?

Hadi bi el atın da çözeyim ben bu sorunu. Millete öküz diyorum falan ama belki de arıza bendedir...

10 Oca 2011

Nişanı da Atlatlık Artık Ver Elini Nikah Memuruuu

Ohh beee!!
Bu haftasonunu kazasız belasız ama bol kahkahalı ve de rakılı atlattık, bittii.....
Ayıptır söylemesi beni istediler eh biz de uygun gördük ailece verdik  gittiii.

İlginçtir ki bende zaten heyecan falan yoktu. Tek bir derdim vardı o da kahveleri karıştırmadan verebilmekti. Ohh herkes bana sağlam bir kıyak yaptı ve sade kahve istedi. Tek seferde bitti o iş de. Sevgilimin tuzlu kahvesi ablam ve canım arkadaşım tarafından hazırlandı ve özenle ikram edildi. Güle oynaya ve de hiiç çaktırmadan 2 yudum aldı. Üstüne bol geyikler yapıldı ve hemen ardından nefis, az şekerli kahvesi ikram edildi damat beye.  Kıyamam zaten ben O'na :)) Hiç çaktırmadı ama 3 gün boyunca uyku uyumamış zavallı.

Kız isteme kısmı bizim ailede olduğu kadar geyik muhabbeti ve kahkaha ile mi geçiyordur diğer ailelerde de bilemem ama gecenin sonundaki yemekte ilk rakılar kaldırılırken sevgilimin  her iki babaya da ayrıca teşekkür etmesine sebep olacak kadar keyifliydi bizde. Sevgilimin "Ben bu kadar kolay olacağını bilseydim 3 gündür diken üstünde dolaşmazdım" demesiyle kahkahalara gark olan anne-baba tayfası ayrı bir keyif aldı durumdan.

Ablamın eşinin " Eee siz niye gelmiştiniz bugün" demesiyle başlayan isteme faslı , damat beyin babasının     "bir bardak suyumu içeyim de hemen söyleyivereceğim" lafı ile ilerledi ve "hadi bakalım hayırlısııı, gelsin yüzükler, içilsin kahveler" nidalarıyla her iki ailenin de üstündeki yükü atmasıyla son buldu. Aradaki güzel laflar da cabasıydı. Ben gün boyunca sandalye tepesinde (gelin muamelesi gördüğümden değil, yer kalmadığından!) suratımda kallavi bir gülümseme ile seyrettim olan biteni.
Gerçekten çok keyifli ve bir o kadar da kolay oldu. Aileler rakı etrafında toplaştı. Herkes birbirini pek sevdi. Akşam yemekler yendi, kahkahalar havalarda uçuştu, rakı şişeleri bir geldi bir gitti, yetmedi aile büyükleri otellere yerleştirildikten sonra genç tayfa kendini bara zor attı, gece kim nerede yattı bilemedi ve ertesi sabah kafalarda boş rakı şişelerini zulalamışız edasıyla kahvaltılar edildi, öpüşüldü, koklaşıldı ve evli evine, köylü köyüne dağıldı gittiiiiii.

Biz sevgiliyle eve girdiğimizde rahat rahat, kocaman kocaman bi sarıldık ve doyasıya öpüştük. Üstümüzden tır mı geçti, kamyon mu çarptı bilemedik. Saat 22:30'da bayıldık kaldık zaten.

Bu isteme-verme-yüzükleme faslını alnımızın akıyla atlattık darısı düğünün başına diyor ve de kaçıyoruuummmm.

6 Oca 2011

Gıcığım

Gıcığım arkadaşım. Gı-cı-ğımm!!!

  • Sevgilisi sırf duvarına bir erkek -ama kızın arkadaşı olan bir erkek- "özledim yahu nerelerdesin?" yazdı diye facebook hesabını kapatma baskısına karşı duramayan, durmayan hatunlara gıcığım!
  • Böyle bir istek gelince "ayyy ne şahanee. erkekim beni kıskanıyoooo " diye triplere giren hatun kısmına daha da bi gıcığım. Gidip şöyle bir silkeleyip "kadın kadıınnn kendine gelsene sen!!" diyesim var.
  • Sevgilisine tüm şifrelerini koşa koşa gidip veren hatunlara ve de adamlara da gıcığım ayrıca.
  • Birbirinin telefonunu düzenli olarak kontrol eden, mesajlarını okuyan çiftlere öyle bir gıcığım ki peeehhh!!! Omurgasızlar!
  • Sevgilisi istiyor diye eski arkadaşlara sırtını dönenleri bence topa koyup teeeee Fizan'a göndermeli. Sesibüzüşesiceler!
  • "Hadi bu akşam çıkıp dağıtalım. Önce yemek yer, sonra da bi kaç kadeh içeriz bi yerlerde" gibi tekliflere "ayyy harika olur aslında ama ben bi sevgilime sorayım. Dur hemen arayıp sorayım hatta!" gibi lafları lügatlarında bulundurup bi de bunları beylik laflarmış gibi hava ata ata, ballı ballı, bol kepçeden kullananlara gıcık ötesi bi şeyim. Neyim bilemedim! Lügatlarımız farklı ya ondan. Yoksa benim lügatta süper bi laf var böyleleri için...
  • Sevgilisinin dolaplarını kontrol edip, yakasında paçasında falso arayanlara da buradan bir şarkı göndermek istiyorum: yar saçların lülee lüleeee yar benziyor beyaz güleee güleee.
  • Hele grup organizasyonlarda birbirinden başkasıyla ilgilenmeyen, elişi dersinde tutkalı fazla kaçırmış da yanlışlıkla yapışık kalmış gibi davranan çiftlere öyle böyle gıcık değilim. De get evinde dipdibe, öpüş kokuş takıl o zaman. Ne işin var sosyal ortamlarda. Belli ki sizin evrim süreciniz henüz o kıvamda değil!! Zorlamanın anlamı yok. Dipsizkuyulardagünlerceyapışıkyaşayacasılar!!
Şimdi anacım ben diyorum ki böyle tipleri alalım ve kendilerine özel olarak ayrılmış kafeslere kapatalım. Bunlara özel bir de sevgilat bahçesi açalım ve çocuklarımıza burayı bol bol gezdirelim. Kafeslere de "Lütfen ayırmaya kalkışmayın. Saldırganlaşabilirler.", Sakın ha ne güzel kız. Vay bee adama bak taş taaşş gibi laflar etmeyin. İman gücüyle titanyumdan yapılma kafeslerini kırabilirler", "Çiftlere laf atmak, yan gözle bakmak yasaktır" gibi laflar yazalım. Gezen gencecik ve de tazecik, bahar bahar beyinler bu yola girerse başlarına ne geleceğini görmüş olsun. Hatta ödleri patlasın. Bunlar öcü diyelim gezdirirken ki içlerinde atalarından kalan, gizlenmiş genler varsa ezilsin, korkudan çıkamasınlar, kalsınlar tarihte!

Bence bunu yapalım.

4 Oca 2011

Gelinlik Derdi!

Anacım ne zor işmiş meğer evlenmek!
Yok yok aslında pek kolay da bizler ayıla bayıla zorlaştırmışız  işi vakti zamanında...
Hoş hala kolay yoldan gidip imzayı basıp kaçan da yok değil hani. Fakat ben zor olanı seçmiş bulunmaktayım.
Düğün!!
Böyle düğün dediğimde de kulağa bi garip geliyor. Sanırsın köy meydanında davullu-zurnalı, telli-duvaklı, allı-pullu, bol gece lambalı, traktör üstünde orgcu amcalı bir eğlence...
Yon anacım ondan değil. Kokoş olanından. Hani günümüzde modern dediklerimizden olacak ammaaa benim içimdeki çingene vur patlasın çal oynasın bir gece isterim de isterim diye tutturdu. Kanda var yapacak bir   şey yok. Düğün yapılacak. Deli gibi içilecek. Mümkünse herkes tepine tepine dans edecek. Etmeyen de ettirilecek!! Böyle yazınca kolay gibi geliyor ama başına gelen bilir annem işin içine girince öyle olmuyor bu mevzular. Bir milyon tane detay çıkıyor. Uğraşmayayım desen uğraşmamanın tek yolunun da nikahtan geçtiğini eninde sonunda görüyorsun. Gösteriyorlar adama.
Geçenlerde bir arkadaşım "hayatım böyle zamanlarda yapmam dediğin ne varsa yapıyorsun. o yüzden baştan bırak da tadını çıkar" dedi de elma kafama anca düştü. Saldım çayıraaa mevlam kayıraaa. Haydeeee.....
Şu anda en büyük sorunum gelinlik. İstediğim gibisini bulmakta zorlanıyorum. Aslında bir tane beğendim. Hemde baya baya beğendim. Fakat fiyatını öğrenince "ben biraz daha bakınayım" diyerek attım kendimi yollara. Nişantaşı senin, Bağdat Caddesi benim, aradakiler de hepimizin olsun bakındım durdum. Sonunda anladım ki ilk baktığım gelinlik hem fiyat olarak makul, hem de model olarak şu anda en beğendiğim model. Minik prenses oldum leyn!! Benden de prenses oluyormuş yani.
Ayrıca gelinlik bakmak çok keyifli bir ritüelmiş. Tüm mağaza peşinde dolaşıyor. Çakallar para kazanacaklar ya.... Neyse ne! Onlar para kazansın. Ben de paramla sahte asil kan kazanayım bir süreliğine. Prensesçilik oynayayım dedim ve bıraktım kendimi. Gelinlik mağazalarına girdiğin andan itibaren sen prenses, geri kalan herkes de kraliyet çalışanları gibi oluyor. Yüksek bir platforma çıkartıyorlar seni ve habire kabarık, kabarık gelinlikleri getirip giydiriyorlar. Yetmiyor üstüne  bir de duvak takıyor hatta iyice havaya girmişsen taçlandırıyorlar seni.
Öyle ya da böyle bu iş keyifliymiş ona karar verdim. Yine de bir gece için verilecek o kadar paraya da üzülmüyor değilim. Makul rakamlara çıkar mı acaba diye de araştırmalarım devam ediyor ama diktirmeye kalksan bile en az 2.300TL'den başlıyor fiyatlar. Çıldırmışlar bence.
Hoş ben de gidip ucuzunu beğenmiyorum. Piayasaya göre benim beğendiklerim çetrefilli kalıyor. Ne kadar sade istersen o kadar pahalı oluyor ilginç bir şekilde.
Kabarık olmayacak. Dantel olacak. Her yanı pırıl pırıl taşlı olmayacak ama arada yürüdükçe de ışıklar saçacak gibi kriterlerim oluştu farklı modelleri denedikçe.
Gidip 8 kat kabarık ve garip kıvrımları olan modelleri beğensem belki daha kolay olur. Hoş onlar bile benim ilk beğendiğim modelden daha pahalı.
Benim beğendiğim gelinlik Pronovias'ta ciciler. Gittiğim mağazaları da yazayım ki unutmayayım. Hem belki birilerine de lazım olur.
Pronovias
Beyaz Butik
Akay
Weddies
Hüsniye Moda(buraya uğramayın derim. ben yerliyse ucuzdur diyerek gitme gafletinde bulundum da bütün çakma modelleri, çok kalitesiz malzemeler  ile yabancı markalarla aynı rakamlara satmaya çalışıyorlar)
Derviş Bağzıbağlı
Bir de adını hatırlayamadığım Bostancı'daki diğer gelinlik mağazaları.

Bunların dışında bildiğiniz, güvendiğiniz ve illa git bak dediğiniz hazır gelinlikleri nispeten makul rakamlara satan yerler var mıdır?