26 May 2011

Cin Fikirlerim Var!!

Vallahi de var billahi de var....
Son zamanlarda nasıl bir hayat istediğimden ve bunu elde etmek için harekete geçmem gerektiğinden bahsedip duruyorum. Bununla başladı, böyle  böyle de devam etti ve bugün olduğum noktaya geldim.
Nereye geldim?
Son zamanlarda beynimi patlatırcasına düşündüm. Hayatımı yakın ve uzak gelecekte nasıl yaşamak istediğimi belirledim önce. Sonra o belirlediğim noktaya, hayalime nasıl gidebilirime bakmaya başladım. İnandım. Çok inandım ve hep bildim ki gerçekten inanırsam ve doğru olduğunu hissedersem hayalimi yaşayabilirim.
Bir sürü seçenek koydum önüme. Sonra bir sürüsünü de eledim içlerinden. Kalan sağlar benim oldu. Sağların da içinden eledim ve karar verdim diyebilmeyi çok isterdim ama malesef ki karar veremedim, seçemedim. Ondan kelli aksiyona geçmeye karar verdim. Çok sevdiğim arkadaşlarımdan biri Outlook eğitimine ( kişisel gelişime dair) gitmişti  ve o günden beri de hep şu sloganı kullanırlar o eğitim grubundan arkadaşlarıyla : EVREN HAREKETİ SEVER.
Eee ben de hareket etmeyi severim dedim ve ilk adımı attım. O bahsettiğim konuşmayı yaptım. Hani demiştim ya "enerji gönderin a dostlar" diye. Hah! işte o konuşmadan sonra üstümden yük kalktı. Derriin bir nefes aldım. Enerjim yenilendi. Kafamdaki milyon tane  sorularımın bazılarını eledim ve doğal olarak hafifledim :)
Önümüzdeki 3-4 ay benim için heyecanlı geçecek. Hem ofisteki yeni durum ile ilgili hem de aldığım yeni karar ile ilgili.  Kuantum Yaşam Koçluğu Eğitimi'ne gitmeyi planlıyorum ciciler. Bana gelen mesajları doğru değerlendirme gibi bir derdim var benim bu hayatta. Aman ha bir mesajı kaçırmayayım diye karşıma çıkan her insana, her olaya bir mektup gibi bakarım ben. Tabii ki çoook azının altında yatan gerçek mesajları okuyabiliyorum ama olsun yavaş yavaş...
Son zamanlarda farklı farklı kişilerden aynı mektubu aldım: Sen neden koçluk yapmıyorsun?
Uzun zamandır istediğim fakat bir türlü adım atamadığım bir olaydı zaten bu. Üst üste gelen mesajlar ile ben de gaza geldim, cesaret aldım ve  bu konuyla ilgili de adım atmaya karar verdim. Hazır yeni yeni kararlar alıyorum bu dönemde bu da gelsin dedim ve başladım araştırmalara.
Kuantum ile benim hayatımda geçen sene çok şey değişti. Yeni eğitim almış koçlardan birine stajyerlik yapmıştım ve o zaman yakın gelecekte gerçekleştirmek istediklerimi yazmıştım. Tam da istediğim tarihlerde 2 büyük dileğim gerçek oldu. Hem de tam yazdığım şekilde.
Şimdi bir kere daha hem kendi hayatımı değiştirmek, hem de başkalarının hayatlarını değiştirmeye aracı  olabilmek için istiyorum bu eğitimi. Umarım gerçekleştirebilirim...
Bunun dışında daha ne fikirler var bende bi bilseniz :) Yavaş yavaş hepsini gerçekleştirip en kestirme yolu keşfedeceğim hayal'e giden yolda.
Yani umarım...
Öperim siziiii

24 May 2011

KIZLARIMIZ EVDE KALMAYACAKMIŞ!!!


Kızlarımız evde kalmayacakmış! Ayakta alkışlıyorum bu çözümü getiren Sn. Sibel Üresin’i. Hem bir kadın, hem eğitimli bir insan, hem de kendisine profesyonel hayatta koltuk bulmayı becerebilmiş biri olan bu hemcinsimi  tebrik ediyorum!
Kendisinden, hemcinslerinden ve insanlıktan bu kadar kolay vazgeçebildiği, kadınları erkeklere itaat etmesi gereken varlıklar, erkekleri de kadınları bir “emanet” olarak  değerlendirmesi gereken canlılar olarak tanımlayan zihniyetinden ötürü ağzım açık bakakalıyorum kendisine.
Çok eşlilik yasal olmalıymış. Bu durum  parası olan, cinsel gücü yüksek olan erkek için hakmış hatta. Bravo valla sayın bayan.
  Bakın ne demiş hanımefendi:
“Erkek, bir başkasıyla imam nikahı yapacağı zaman karısından izin almak zorunda değil. Ancak 2., 3. ve 4. eşler suistimal ediliyor. ‘Boş ol’ denince kadın ortada kalıyor. Bu nedenle çok eşlilik yasallaşmalı. Yasanın çıkması demek, erkeğin malvarlığına ortak gelmesi demek. Çok eşlilik dinimizde var. Herkes yapamaz ama yapana ‘Niye yaptın?’ diyemezsiniz, şirke girer. Kuran’da var. “
'ERKEK OLSAM, ÇOK EŞLİ OLURDUM'
Zengin, kariyerli, parası olan ve cinsel gücü fazla olan erkek çok eşliliği seçebiliyor. Hiçbir kadın fakir bir adamın ikinci karısı olmaz. Erkek daha cilveli, daha çok gülen, cinsel anlamda kendisini mutlu eden kadına koşuyor. Erkek olsam, çok eşli olurdum. Çok eşlilikte asıl ağır fatura erkeğe çıkıyor. Madden ve manen zarara uğruyor. Açıkça çok eşli olduğunu itiraf edenleri alkışlıyor ve kutluyorum.

Ah zavallı çok eşliliği yaşayaman erkek!! Ne kadar da zor hayat senin için. Bu bayan açıklamasa hiç farkına varmayacaktım senin için 4-5 hatunla yasa dışı bir ortamda birlikte olmanın ne kadar zor olduğunu. Mal varlığını paylaşmak durumunda kalacağını ve manen yıkıma uğrayacağını. Kıyamazlar sana kuzum...

Bu nasıl bir zihniyettir a dostlar? Nereye gidiyoruz biz? Bir kadın kalkıp bu tarz bir açıklamayı “ayakta alkışlıyor ve kutluyorum” nidalarıyla yapabiliyorsa biz yanmışız da kurtaranımız yok!

Bak şimdi çok eşlilik hem kadın hem de erkek için yasal olmalı dese saygı duyar, kendi düşüncesidir derdim. Kişi istediği sürece ve karşısındakinden kabul gördüğü sürece sorun yok. İsteyen istediğini yaşayabilir. Fakat bu “hak” erkeklere veriliyor, onlara acınıyor ve kadınların da bu erkeklere itaat etmesi bekleniyorsa bunun adı kusura bakmayın sayın hanımefendi ama  KÖLELİK oluyor.
Senin isteklerin nerede? Kadınlar 1’den fazla erkekle birlikte olmayı isteyemez mi? Kadının cinselliği erkekten daha mı az ? Cinsel gücü yüksek olan kadın da gitsin 5 tane koca alsın kendisine yasal yasal. Bu durumda ne olur? 4 kadına “evet” diyen erkekler bu kadınları ne yaparlar? Aynı evde kadınını 3 farklı erkekle daha paylaşabilirler mi? Salı günü Muzaffer’in, Çarşamba günü Musa’nın, Perşembe günü Ali’nin, Cuma günü Nuri’nin, eee geri kalan günlerde de dinlerim şekerim ne o öyle her gece her gece diye çetere tutsa bu kadını taşlamadan, orospu damgasını vurmadan aynı şekilde vurabilir misiniz sırtına “yürü be koçum kim tutar seni. Hakkın bu senin” diye?
Çok eşlilik konusuna olumlu bakarım ya da bakmam. Konu bu değil burada. Sakın ha yanlış anlaşılmasın!  Bir takım hakların erkeklere reva görülmesi, ayakta alkışlanması ve bu duruma kadınların itaat etmesinin beklenmesi beni deli ediyor. Ne desem? Nasıl desem de küfür etmeden, karşımdakini sarsmadan, hırpalamadan bunu anlatabilsem bilemiyorum.
Be ey hemcinsim! Sana sesleniyorum.
Nasıl bir ortamda ve neyle beslenerek büyüyorsunuz, büyütülüyorsunuz da kendinizden vazgeçip, emanet bir mal olmayı hak görüyorsunuz kendinize? Ne bir kadının erkekten fazlası vardır ve olmalıdır ne de bir erkek kadından üstün tutulmalıdır.
Yürüyen pipiler ve kukular değil İNSANIZ  biz. Sen de insansın. Ben de insanım. O 4 kadını kendine karı yapmak isteyen adam da bir insan. Kadınlar malı olan erkeklerin parasını yemek için yaşayan insanlar da değil. Erkeğe yazıkmış peehh!! Asıl senin gibi hemcinslerime yazık be!
Kusura bakmayın ama bu konuyu buralara getiren sizin yorumlarınız. Madem cinsiyetlerimize göre kategorize ediliyoruz. Ben de soruyorum:
Onların pipisi pipi de senin kukun kuku değil mi?

Haberi okumak isteyenler : tık tık 

20 May 2011

Gazete Okuma Sanatı

Hayranım uçakta, otobüste, vapurda, metroda ve kalabalık her yerde o kocaman gazete sayfalarını birbirine karıştırmadan, yırtmadan, buruşturmadan ve en önemlisi ise kimsenin üstüne çıkmadan, kolunu dürtüklemeden gazete okuyabilen insanlara. Ne büyük bir beceridir şekerim bu böyle!
Bu sabah vapurda yanımda oturan genç bir adama takıldı gözüm. Resmen gazetesini röntgenleyen tipler gibiydim ama gözümü alamadım adamdan ne yapayım yani. O kadar düzgün ve kontrollü okuyordu ki o gazeteyi şaştım kaldım. Her sayfayı tek seferde ve inanın bana hiç bir buruşukluğa sebep olmadan tek tek çevirdi. Hem de öyle yeni moda küçük gazetelerden değil. Bildiğin kocaman kocaman sayfaları olan  gazeteydi.
bırakın toplu taşımada, ben evde tek başımayken bile öyle düzgün düzgün çeviremem o sayfaları. Hemen yırtılır, buruşur, şekli kayar gider. Gerçi benim hiç bir şikayetim de yok bundan. Güzel oluyor öyle tepe tepe okumak. Fakat kalabalık ortamlarda mümkün değil okuyamam o gazeteleri. Hatta almam bile gazete öyle ortamlarda. Ancak Radikal okuyabilirim. O da yeni boyutlarına  büründüğünden beri . Öncesinde o da yoktu. "Aman efendim yanımdakine mi çarptım, yok gazetem solumdaki adamın gözüne mi girdi, sağımdaki kadının gözüne dirseğim mi çarptı, allaahhh sayfayı çevirirken  arada sıkıştım kaldım, ne eski sayfaya  dönebiliyorum ne de ilerleyebiliyorum. Namümkün o gazeteyi çarşaf gibi sermeden toparlamam!" gibi dertlerim vardı benim. Hala da pek yeltenmem öyle sıkışık ortamlarda gazete okumaya. Sanki herkes beni izliyor gibi hissediyorum. "Bakalım nasıl çevirecek o sayfaları??!!" diyen gözler görüyorum her yanda. Çünkü ben böyle ortamlarda gazete okuyan herkese bu gözlerle bakıyorum.
Neymiş?
Kişi kendinden bilirmiş işi.

18 May 2011

Değiştirememe

Bende böyle bir sorun var canlar cinler. Bana gelen ve değiştirmek istediğim hediyeleri bir türlü değiştiremiyorum. Yok canıımm öyle gönül bağından, ayıp olur'dan falan değil tamamen ve de sadece savsaklamaktan. Hep süresini geçiriyorum o değiştirme kartlarının ve tarzım olmayan, kullanmayacağım bir sürü ıvız zıvır elimde kalıyor. Doğum günümde gelen bir hediyeyi yine değiştiremedim. Fakat bu sefer iş iyice çığırından çıktı. Geldiğinin 2. haftası  gayet kararlı bir şekilde  koşa koşa değiştirmeye gittim. Hem de  4 gün  vaktim varken. Son dakikaya kalmadan!! Bi halt beğenemedim yerine. Bu sefer dedim ki kasadaki görevliye "Ben şimdi değiştiremezsem bunu kesin elimde kalır. İyisimi siz bana tam da bunun tutarı kadar ve çantamda taşıyabileceğim büyüklükte herhangi bir şey verin ve ben daha sonra istediğim bir şeyler ile  değiştireyim". "Tamam" dedi sevimli çocuk ve bana çirkin bir kolye verdi yerine. Hayatta yüzüne bakmam yani.  "Olur mu?" dedi. "aaa tabii ki olur. Ben zaten onu değiştireceğim. Sadece çantama sığsın ki her daim yanımda taşıyabileyim. Ara ara bakar, beğendiğim bir şeye denk geldim mi değiştiririm ben onu" dedim sırıta sırıta.
Tahmin edin sonunda ne oldu??
Kolyeyi aldığımın da üstünden 1 ay, 5 gün geçti ve ben  dün akşam sonunda o kolyeyi çantamdan çıkartıp kütüphaneye koydum. Neden kütüphane? Çirkin dedim ya şekerim. Bir heves koşa koşa diğer kolyelerin yanına koyamadım. Elimin altında en yakın yer kütüphaneydi ve oraya bırakıverdim...
Sayemde gereksiz ve de çirkin bir kolyem oldu dosta düşmana duyurulur. Tembel miyim neyim allasen??  Hatun kısmı deli olur alışveriş diye. Bendeki arıza nedir? Sanırım paşa gönlüm. Paşa gönlüm öyle zorlamalara gelmez, gelemez. Canı istedimi tam da istediği yerden  ve de istediği zamanda gidip alacak. Öyle eline değiştirme kartı tutuşturdun mu  olmuyor. Heep erteliyor. Sonunda da o değiştirme kartı elinde patlıyor...



16 May 2011

Siyah-Beyaz, Kadın-Erkek, X-Y

Bir kadının beyaz gördüğünü bir erkek nasıl oluyor da siyah görüyor? İlginç. Biraz öce facebook'a da yazdım aynısını...
Sizlere de oluyor mu karşı cinsle bu kadar uzak düşmeler? Aynı pencereden bakıp bambaşka şeyler görmek. Anlattığınız şeye gelen kel alaka yorumlar size de "ben şimdi onu mu dedim yani" dedirtiyor mu?
Bana  olur. Bize daha doğrusu... -ki biz  hayata bakışı çok benzeyen, zevkleri %90 tutan, damak tadı %95 aynı olan, giyim zevki, müzik zevki, insan zevki  %90 uyan bir çiftiz. Fakat anacım  bazen öyle bir noktaya geliyoruz ki o benim, ben de onun bambaşka dillerde konuştuğumuzu düşünüyoruz. Bu kadar ortak noktası olan insanlar bu derece farklı noktalara nasıl gelebiliyorlar bir cümle  üstünden?
Allahtan konuşabilen insanlarız da bunu da farkına varabiliyoruz. Farkına varmak neye yarıyor peki ? Bilmem illa ki bi şeye yarıyordur herhalde. En azından farklı olduğumuz noktalarımızı keşfetmemize yarıyor, onu biliyorum. Bu farkındalık kabullenişi getiriyor mu ? Ruhum huzura eriyor da derin bir ohh çekiyor muyum? Her zaman değil. Bazen üstüne atlayıp sarsmak, çimdiklemek, ısırmak, tepelemek falan istiyorum . Anlasın beni istiyorum. Benim ağzımdan çıkan cümleleri öyle abuk- subuk yorumlasın istemiyorum. Ben onu demek istemiyorum çünkü. Ben onu mu dedim şimdi?
Bazı durumlarda kesinlikle ulaşamıyorum anacım. Tabii ki o da. Çünkü ben o kadar eminim ki onun beyaz olduğundan ve o, o kadar emin ki onun siyah olduğundan kimse olduğu yerden 1 adım ötesine geçmek istemiyor çizginin. Nuh ve Peygamber durumları yani . Sonunda çok gülebiliyoruz bu duruma ya da 1 gün boyunca uzak durabiliyoruz birbirimizden. Anlaşılamamanın verdiği gıcıklık durumları. Sonrasında kabullenme geliyor illa ki. Güya kabullenme, aslında tükenmeyle gelen sessizleşme ve havlu atma. Herkes kendince karşısındakinin ayakkabısını deniyor. Bak giyiyor demiyorum dikkat ederseniz. Denemekle kalıyor. Zira o ayakkabı hep küçücük geliyor karşı tarafa. Ancak parmaklarımız sığabiliyor. Derisinin yumuşaklığını hissedebiliyoruz.
Önemli olan deniyor muyuz? Evet deniyoruz. Tamamdır. Yoksa hayat geçmez. Kadın ile erkek çift olmaz. Olamaz. Hoş aynı olsak da olmaz. Olamaz.

Bu X ve Y'nin bizleri bu kadar farklı yaratıklar haline getirmesi ne garip. Hepimizde kan var, can var, damar var, kalp ve beyin var. Fakat aynı uzuvlarla nasıl bu kadar başkalaşabiliyoruz algılamak zor. Denememek ve kabullenmek en doğrusu belki de... Bilemem ve sanırım bilemeden de bu bedenden geçer giderim. Yoksa "nasıl da o sonuca vardın allasen"lerle hayat geçer, ben de oturduğum yerden kendi kendimi yer yer bitirmeyi denerim. Ona ise  bi şeycikler  olmaz anacım. Ben kendi kendimi kemirirken o gayet rahat bir şekilde kabullenebiliyor ortadaki net farkı.  Dürtmüyor beni benim onu dürttüğüm kadar ...


10 May 2011

Yaptım!

Demiştim ya hani enerji gönderin bana diye. Önemli bir konuşma beni bekliyor demiştim. İşte o konuşmayı dün yaptım. 2 saatlik uzun bir konuşmadan sonra önümde yeni bir yol açıldı. Önümüzdeki 3 ay boyunca yeni bir şey deneyeceğim. Konuşmanın başında benim aklımda böyle bir şey yoktu. Aslına bakarsanız aklım o kadar karışıktı ki. Bilinçaltımda ne kadar korku varsa hepsi hortlamış ve üstüme üstüme  yürümeye başlamışlardı. Durmak bilmeden yeni sorular geliyordu üstüme üstüme. Bu konuşmanın çıkış noktası da bu sebeplerdi zaten. Kendime bunu yapmak istemememdi. Ben derdimi çok net anlatınca başta yolları ayırmayı konuştuk. Daha çok ben konuştum bunu. Gitmek istiyordum. Arkama bakmadan ve hatta nereye gittiğimi bile bilemeden. Nefes almamı engelleyen her şeyden uzağa. Huzura. Aklımca yol buydu. Benim aklımın yanına +1 eklenince olduk mu sana 2 akıl.
Benim kendi kendime yapmak istediklerimi şimdi burada deneyeceğim. Yine de garantili olması adına dedik ki 3 ay gibi  bir süre bakalım. Hepimiz mutluysak aynen devam ederiz. Baktık ki bu da değil o zaman oturur tekrar konuşuruz. Üstümden şimdilik bir yük kalktı. Fakat hala aklım karışık. Nasıl? diye konuşmaya devam ediyor içimdeki çenebaz. İçimdeki bu huzursuluk neden acaba? Benim şimdi çok mutlu olmam, bu yeni opsiyona sımsıkı sarılmam gerekmiyor mu? Bence gerekiyor. Yine de derinlerde saklanan bir huzursuzluk var. Korku mudur oralardaki bilemiyorum. Öyle gibi geliyor ama yine de emin değilim.
Şimdi önüme bakıyorum. Denemeye başlıyorum ve bakıyorum bu yol beni nereye götürüyor....

7 May 2011

Türk Mutfağı'nı Fransa'ya Götürdüler

2 kuzenimin de en büyük hayali  şef olmak. Net bir şekilde karar verdiler. İkisi de bu işin eğitimini küçük yaştan almaya başladı.
Büyük olan bu sene Fransa'daki 84. Sens Gastronomi Fuarı'nda Türkiye'yi temsil eden ekibin içindeydi :)

Kendisi çok mutlu ve bizler de aile olarak pek gururluyuz. Bu 2 tombik kardeşten yana  hayallerimiz pek güzel, pek süslü...
Küçük olan İstanbul'da Özgür Şef ile  takılıyor bu aralar. En büyük hayali et  restaurantı açmak . Eee bizler de trakyalı olarak etten anlarız hani :) benim dayım, onların dedesi ve eski kasaplardandı.
Büyük olan ise büyük otellerin şefi olacakmış. Olur da!
Yolları açık olsun dilerim ....


Haberi bile yapılmış kuzuların  :) tık tık

6 May 2011

Yapay Kızlık Zarını da Üretmişler ya PES!!

Biraz önce malın gözü'nün blogunu okuyordum. Ağzım açık kaldı. Gözlerim de yerinde ters döndü. Yuh! dedim ilk olarak. Sonra da pes! dedim. Bunu da yapmışlar ve satışa çıkarmışlarsa artık....

Belki de çok uzun zamandır zaten böyle ürünler vardı da benim önüme çıkmadı ya da işim olmadığı ve etrafımda da kimsenin işi olmadığı için bilmedik, bilemedik biz bu ürünü. O kısmını bilemiyorum. Fakat ne acayip bi şeydir bu böyle a dostlar.
Elin kızlarını böyle saçma sapan ürünler kullanmaya mecbur bırakan, dahası böyle  bir ürünü "hayat kurtarıcı" sınıfına sokan bu sistem nedir böyle? Yazık halimize...

Bakın Yapay Kızlık Zarı'nı kimler kullanabiliyormuş:
Yapay kızlık zarını; Spor yaparken, evlilik öncesi cinsel ilişki sırasında, çocukluk zamanlarında oyun oynarken, mastürbasyon yaparken kızlık zarını kaybetmiş olan tüm bayanlar kullanabilmektedir.

Şimdi bu ürünü koşa koşa alan ve gerçekten de hayatının en büyük kandırmacasını yaşayarak hayatını kurtardığını düşünen, bu düzmecenin  üstüne bir yuva kuran ve namuslu ailesine laf getirmeyen  namus timsali milyon tane hatun vardır eminim.

Vakti zamanında  gerdek gecesinde damat odaya girmeden hemen önce vajinasına horoz bağırsağı  sokan ve kocasını bakire olduğuna inandıran bir kızın hikayesini dinlemiştim. Detaylarını hatırlamıyorum vallahi ama hatundaki korku nasıl bi şeyse bunu bile yaptırmış yani düşünün. Şimdi size  1.000.000 TL versem yapar mısınız böyle bir şeyi??

Hem güldüm, hem düşündüm, hem de üzüldüm.  Fakat anlamadığım şey bu devlet bu siteyi nasıl kapatmamış?? Hatta satışına nasıl izin verilmiş??  İşin daha da ilgiç kısmı bu bence. Unutmazsam  ilerde tekrar bakarım ben bu siteye. Bakalım ne zaman kapanacak....

İşte meşhur site: http://www.kurtuldum.com/




5 May 2011

Hıdrellez

Bu akşam pilatesten sonra arkadaşımızın teyzesinin bahçesinde Hıdrellez kutlamaya gidiyoruz. Heyecanlıyım. İstanbul'a geldiğimden beri adam gibi Hıdrellez kutlamadım ben. Oysa çocukluğumun en tatlı, en neşeli, en mutlu, en heyecanlı ve en güzel anıları Hıdrellez kutlamalarının arasındadır.
Tüm mahallede sabahtan bir heyecan başlardı. Çocuklar için en büyük eğlence akşamüstü yakılacak kocaman ateşti. Ateşin üstünden atlayacağımız anın gelmesi için saniyeleri sayar, "Kim en çok atlayacak" "Kim hiç ateşe değmeden karşıya geçmeyi becerebilecek" ve "Kim ateşin en yüksek olduğu anda atlamayı başarabilecek" diye sidik yarıştırır ve çok eğlenirdik. Anneler için en büyük eğlence ise hayal kurmaktı. Herkes 1 hafta önceden hayallerinin arasında kaybolmaya başlardı. En büyük hayallerini yazar-çizer ve illaki aralarına bozuk para koyarlardı asmadan önce gül dallarına. Bazısı gülün dibine gömerdi. Bennim annem de gömenlerdendi. Dolayısı ile eski evimizin bahçesinin derinlikleri hala  büyük hayallerle doludur...

Hepimizin evleri bahçeliydi. Dolayısı ile minik saksılarda gül fidanları aramak gibi derdimiz yoktu o zamanlar.  Annelerimizin bahçelerinde renk renk, çeşit çeşit ve boy boy güller her daim vardı. Seç- beğen-al şeklinde asar ya da gömerdik hayallerimizi.Gece yarılarına kadar bahçelerde, balkonlarda oturulur ve herkes ama istinasız tüm mahalle is kokardı mis mis ve o gece bütün evlerdeki ahali banyo yapardı pazar günü olup olmamasına aldırmadan, beklemeden.
Banu'nun şu yazısını okuyunca bir anda dönüverdim o günlere. Özlemişim. İçim cız etti ama  aynı zamanda da yüzüm güldü. Ne kadar güzeldi çocukluğum. Bunun gibi anılar ve lezzetlerle dolu çocukluk günlerim. Benim yavrum da bunları yaşayabilecek mi acaba diye düşünüyorum. İstersem yaşatırım elbet ama bunun için prodüksiyon yapmam lazım. Artık kendi doğallığında olamıyor böyle şeyler. Her evin, her mahallenin kendi içinde olurdu bunlar o zamanlar. Şimdi arayıp bahçeli evleri olan tanıdıklar buluyor ve oralarda toplanıyoruz. Hayat değişiyor. Doğal döngü değişmesi üstüne zaten. Fakat keşke gelen gideni aratmasa diyorum bazen. Hep iyi ki'lerimiz olsa bu hayatta.
Ben bu akşam gülün dibine bunu gömmeyi düşünüyorum. İyi ki'lerle dolu bir hayat diliyorum tüm insanlık adına.
Tabii ki yanına sadece bana dair 2 satır dileğim de yok değil  :))

Neşeli günler dilerim hepinize....

4 May 2011

Enerji Gönderin a Dostlar!

Bu hafta ya da en geç önümüzdeki hafta  ciddi  ve benim için zorlu olacak bir konuşma yapacağım. Şu anda detaylarını veremiyorum. Vermiyorum daha doğrusu. Bana kalsa (içimdeki bana) hemen şu anda konuşup atmak istiyorum içimde çöreklenen deveyi. Ne olacak benim sonum bilmem. Hep bir acelecilik. Hep bir hemen olsunculuk. Babamın hastane döneminde  zor yollardan sabır testi uygulandı bana dedim. Gördüm. Aldım mesajı dedim ama nafileymiş yeni yeni farkına varıyorum...
Şurada yazmıştım nasıl bir hayat istediğimi. Hah işte şimdi onun için harekete geçiyorum. Baktım ki öyle oturduğum yerden hiçbir şeycik olmayacak. Eee yolum da uzun. Güzel totomu kaldırıp farklı bir yol denemeye karar verdim. Bakalım bu yolun önü açık mı-değil mi?

Bu zorlu konuşma için şans dileyin bana. Benim gibi yolunu, hayatını değiştirmek isteyenler varsa içinizde güzel dileklerinizi, desteklerinizi gönderin bana olur mu?
Belki de hepimize cesaret verecek  bir kapıyı zorluyorum.

Bakarsın ilerde cesaret hikayesi olarak anlatırım bu günleri :)
Umarım öyle olur. Öyle olsun. Öyle olmalı !!

3 May 2011

Meyveyle Karın Doyar mı?

Doyar mı gerçekten? Benim şimdiye kadar karnımın meyve ile doyduğu görülmüş şey değildir.
Geçen hafta pilatese başladım. Haftada 2 defa gidiyoruz. Ablamın yakın arkadaşlarından biri ( aynı zamanda avukattır kendisi ) pilates eğitmenlik kursunu tamamladı. Evini, ofisini falan hepsini tek bir yerde topladı ve bizlere de ders vermeye başladı. 5 hatun kakara kikiri halde ders yapıyoruz. Hocamız avukat olunca öyle fazla kaytarmalara da pek izin vermiyor. Yani ciddi ciddi ders yapıyoruz. Geyik değil şekerim, yanlış anlaşılmasın, hakkımız yenmesin :)
 Derslerimiz saat 7'de başlayınca arada akşam yemeği yiyecek vakit kalmıyor, eve gelmem de 9'u buluyordu ve ellerim titreye titreye bir salata yapıyordum kendime.
Bugün akşamüstü tost yemeye vakit bulunca rahat geçti ders. Eve gelirken de muz ve çilek aldım kendime. Hafif hafif geçiştiririm diye. Hemen televizyonun karşısına kuruldum ve çilekleri löp löp götürdüm ayıptır söylemesi  Yetmedi üstüne 1 tane de muz  yedim. Ohhh çektim arkama yaslandım. Şişmiştim. Hafif geçiştirmiştim.
Tabii yerseeenn!!!
Tam 30dk sonra acıktım ben!! Pek acıkmak gibi değil aslında  daha çok mide kazıntısı. Tuzlu bi şeyler çekti canım ve paşa paşa kalktım  1 dilim ekmek kızartarak üstüne krem peynir sürdüm, yanına çay hazırladım ve miss gibi yedim onları.
Evet şimdi doydum. Zira benim karnım meyve ile doymuyor anacım . Yemek yerine meyve yiyemiyorum ben. Meyve karnımı do-yur-mu-yor!! Olmuyor işte. Meyve ile karın doyar mı hiç?!!!


2 May 2011

Çok Yaşa Sen Anneee Çok Yaşaaa

Arçelik'in geçen sene Anneler Günü için hazırladığı ve bu yıl da yayınladığı reklamına tek kelime ile ba-yı-lı-yo-rum!!! Hele ki etrafta bu kadar dandik reklam varken.
Ne yapıyorsam durup dinlemek ve içimdeki coşkuyu hissetmek istiyorum :)
Hem annemi arayasım ve Çok Yaşa Sen Annee Çok Yaşaaaa  diye bağırmak istiyorum hem de hemen doğuruvermek, anne olmak...
Beni tam da yerinden yakalıyor. İçime bi yerlere işliyor. Şimdi seyrettim de yazıvereyim dedim. Jingle ve cast ekibi de nefis bu arada  ...

1 May 2011

Hazırlopçu NzN

Son zamanlarda ruhumu esir alan bir hazırlopçuluk havası var ki sormayın a dostlar! Pek dertliyim. "Armut piş, ağzıma düş" ekseninde yaşayasım var. Birileri benim yerime benim yapmam gereken işlerin hepsini yapsın istiyorum ve ben canım o anda ne yapmak istiyorsa onu yapayım. Yapmak durumunda olduklarımı değil.
 Şurada bahsettiğim hayatı birileri alsın bana getirsin ya da beni alsın ve "uçtu uçtu NzN uçtuuuu" diyerek konduruversin o hayatın göbeğine. Yıkanan çamaşırları benim için toplasınlar, yemek yapsınlar, maillerimi cevaplasınlar, sorunlu müşterilere cevap versinler, saçlarımı fönlesinler ( evde ve her duştan sonra!), sabah çalan alarm ile birileri kalksın benim yerime. Her seferinde farklı biri bile kalksa umrumda olmaz!!
Sayısal çıksa tadından yenmez diye dolaşıyorum etrafta hale bak!! Tembellik ve hazırlopçuluk diz boyu anacım.
Hani "işleyen demir pas tutmaz", "çalışanı Allah sever", "çalışkan olmalı" laflarıyla büyümüştük biz. Hani annelerimiz babalarımız söke söke kazanmıştı her şeylerini. Gece demeden, gündüz demeden çalışmışlar ve fakat sosyal hayatlarından da bi şey vermemişlerdi!!! ??? Bana bunlar resmen boş gelmeye başladı. Yaşamak. Nefes almak. Huzur dolmak. Dostlarla paylaşmak. Coşmak. Güne ve gündüze sokaklara doymak. Gülmek. Paylaşmak. Yetişkin çocuklar olmak...
İşte bu yukarıdakiler hayatın anlamını anlatan kelimeler benim için. Heeep böyle geçen, pembe panjurları (pembeyi de hiç sevmem ama anladınız siz onu!) olan bir evde yaşadığım bir hayat hayal ediyorum. Etrafımdaki herkesin de özünde bunları yaşadığı pek tabii...
Garip bir hava var. Hayallerimdeki hayata giden yolu bulmak için bile resmen kılımı kıpırdatmıyorum. Oturduğum yerden mızırdanıp duruyorum. Hemen olsun istiyorum. Hemen yapamayacağımı da gördükçe şikayet ediyorum ama sadece kendime söylüyorum bunu. Kiminle bir araya gelsem bu konuları açıyor ve dır dır dır, bır bır bır saatlerce bununla ilgili konuşuyorum. Konuştukça da herkeste benzer dertleri görüyorum. Hayaller genelde ortak. Korkular da genel. Pek farklı değilim genelden yani. Sıradan bir insanmışım meğer :)
Kendime de haksızlık etmek istemem aslında...
Kılımı kıpırdatmıyorum diyorum da şu aşamada aradığım şey farklı olduğu için farklı farklı beyinlere, görüşlere ve kişiliklere fikir soruyorum. Değişik açılardan görmeye çalışıyorum.
Bu da bi şey yapmak değil midir? Öyledir öyledirrr.
Yoksa değildir de ben kendimi mi kandırıyorum? Korkaklığıma ve de tembelliğime kılıf mı arıyorum dersiniz?
Yok yahu o kadar da değil! İnsan ha! dedi mi hayatını da değiştiremez ya :)) Değiştirir mi yoksa? Değişim ha! dediğin anda olabilen bi şey midir ya da ?
Ne dersiniz?